Bugünden..

Aklı başında bir adamın sözünü etmekten en çok zevk alacağı konu nedir ,bilir misiniz?Yanıt:Yine kendisi..Öyleyse kendimden söz edeyim biraz..Dostoyevski/Yeraltından Notlar

16 Aralık 2008 Salı

ORADAYDIM



Oradaydım..
Fabrikasyon bir hayattan kurtulup öz kaynakları ile yaşamak için ben de oradaydım..Doğu Karadeniz'de..
Herşey o kadar sıradanlaşmış idi ki,tek düze hayat,yek düze arkadaşlıklar,çok dallanmayan budaklanmayan muhabbetler,trafik,gürültü,hava kirliliği, yabancılık hissi derken kendimi 21 saat sürecek bir yolcuğa attım.Tam 21 saat..(Dönüş 24 saat sürdü)Dile kolay..Eskiden 8 saate bile tahammül edemezken ,uçakların hızında bile kusur bulurken ,ortalama Türk boy standardının üstünde olan ben nasıl da tıkılmıştım otobüslerde..Neydi zorum?
Hikaye çok eskiye dayanıyor..Bayram öncesi haftaya :)) Başkentte idim.Başkent malum soğuk ama konu bu değil.Konu kısmen akıcı olan trafikte yolun kenarlarında göze çarpan devasa binalar,yapılar. İnsanların nokta gibi kaldığı,gösterişli kapılardan herkesin kucak dolusu poşetlerde çıktığı alışveriş merkezleri.Modernizmin mabedleri..Bu mabedler ,bu yüksek binalar ,insanı silip süpüren,insan zekası bu beton kütleler gözümü yordu,içimi yaraladı..
Bu Ankara seyahati içimde var olan fitili ateşledi.Büyükşehir bana fazla.Koca koca binalar bana fazla.Hatta apartman hayatı da. Ben bahçeli bir evde olmalıydım kapıdan çıkar çıkmaz ulaşabildiğim.Evin önünde Tır geçmemeliydi. Ezan sesini duymalıydım.Güneşi görmeliydim.Daha da önemlisi sessizlik.Ses olmamalıydı.Kendimi dinleyebildiğim bir ortam olmalıydı.Hani o kadar bencil yaşarken ne kadar da kendin olamazken büyükşehirlerde tek katlı mekanlarda kendini bulmalıydın..
Ve oldu da..Kendimi buldum. 24 saatin her saniyesine değdi yaptığım yolculuk..Vahşi doğa -vahşi doğa derken zebra ,leopar değil kastettiğim-belki de vahşi yeşil demeliydim.Güneş,sis ,yağmur,parçalı,az bulutlu ..tüm hava olayları..Uzak dağlardaki kar.O karın güneş altındaki görüntüsü,rüzgarın sana kadar taşıdığı kar soğuğu.Yağmur sesi.Şemsiye kullanma ihtiyacı.Gene sessizlik,sadelik.


Sadede gelirsek;bu bayram tatili her ne kadar kan revan geçtiyse de ruhsal dinginlik açısından muazzamdı.

19 Kasım 2008 Çarşamba

Ah Keşkem Beyaz Türk Olsam!

Neden Allahım neden beyaz bir türk olmadım?
ne olurdu sanki çok iyi para kazansam,
çok tipsiz olmama rağmen güzel bir kızla evlensem,
taş çatlasa en fazla iki tane çocuğum olsa
ve onları şımartsam ,şımartsam,şımartsam.
toplum arasına girdiğim her mekanda çocuklarımla yüksek sesle ilgilensem,
onların ortalığı darmadağın etmesine ses çıkarmasam
cimri olup cömert gibi davransamyalnızca ailemi düşünsem
ailemin yalnızca eşim ve çocuklarımdan ibaret olduğunu bilsem
anne baba gibi canlıların en az bir blok ötede oturmalarını sağlasam
onlara ziyaret sınırlaması koysam
torunlarına karşı mesafeli olmalarını dikte etsem
bi nevi onlara anne babalık yapsam
işyerinde patronuma en yakın isim olsam
O'nun için her türlü fedakarlığı yapabilsemen
en fazla bir adet sorunsuz aile dostum olsa
Onların dışındaki herkese karşı soğuk davransam
sorunları çıktığı an ortalıktan hemen tüysem
Hürriyet gazetesi okusam yalnızca
laiklik endişesi taşısam hayatım boyunca
siyahlar giysem cenaze törenlerinde
dinlediğim,izlediğim her şeyin ayağa düşmesi anında hemen onları terk etsem
her zaman ama her zaman ilk ben olsam
çocuklarımı iyi okullarda okutsam
onyedisinde uyuşturucuyla yaşamalarını görmezlikten gelsem
vakif üniversitelerinde okutsam
sonra da hak etmediği halde "beyaz türk"yardımlaşma derneği ona iyi biş verse
ve onların da beyaz bir türk olmasını sağlasam
ve ve ve bu hep devir hep böyle sürse..

15 Kasım 2008 Cumartesi

Ne Zaman Kendini Dinleyeceksin?


Ne zaman kendini dinleyeceksin?

İdeallerini için çok geniş ama heveslerin için neden bu kadar tezcanlısın?

Arzularının seni yönetmesine ne kadar daha izin vereceksin?

Tüketiyorsun hep;zamanı,dostluklarını,sevgiyi,paranı,bilgini,sevecenliğini,heyecanını,saflığını,gülümsemeni ,

enerjini?

Üretmiyorsun hiç; yeni dostlukları,zamanı, bilgiyi.Yeniden kurmuyorsun içini.Kaybediyorsun,kayıplardasın.

Aşkı fedakarlık sanıyorsun,oysa çekilen tüm cefaya kendin için katlanıyorsun. Hep sevilmekten hoşlanıyorsun sevmekten korkuyorsun,karşılıksız olanından.Hep karşılık bekliyorsun.Sevgide bile,bir gülümsemede bile.

Başkalarını eleştirmek te ne kadar da rahatsın,kendine toz kondurmazken iken.Başına gelen musibetlerde hep başkalarını suçluyorsun,oysa bir bilsen evrende harika bir adaletin döndüğünü ve bu yüzden haksız olduğunu.

Söz de dinlemiyorsun hiç.Oysa bu senin içinden,özünden gelen ses. Çokça zamandır unuttuğun,bastırdığın,kulaklarını tıkadığın ,vicdanının sesi.


8 Kasım 2008 Cumartesi

MARUL HAREKATI


Eti çok tüketmek cep telefonundan ,cep telefonu da sigaradan daha tehlikelidir.Cep telefonu ve sigarayı bir kenara bırakarak et üzerine pek duyulmayanları buradan okuyun..

Sindirim sistemimiz sebze ve meyveyi çok rahatlıkla sindirirken eti sindirmekte epeyce zorlanmaktadır.Bu et yemeyi az yapmamız gerektiğine dair bir işarettir.

Eskiden insanoğlu şimdikinden çok daha fazla fiziki güç kullanıyordu. Buharlı makinelerin bulunması ve endüstrileşme sonucu kullanılan fiziksel güç şu anda en aza indi. Belli başlı iş sahaları dışında kas gücüne ihtiyaç duyulmuyor.Bunları neden anlatıyorum? İnsanoğlu kullanacağı kas gücünü yedikleri besinler arasında ;etten yada hayvansal gıdalardan alır. İşte sorun burada ortaya çıkıyor:sanayileşmeden önce yenen et miktarı ile şimdiki zamanda kullanılan et miktarı arasında pek fark yok.Geçmişte ağır işlerde tüketilen bu enerji şimdi neye dönüşüyor sanıyorsunuz? Bu enerji insanlarda şiddet,öfke,nefret,kin,fesat,kıskançlık ,ihtiras,aşk ve cinsel dürtü olarak ortaya çıkar.İnsanın duygularını ölçüsüzce kullandıttırır,insan ilişkilerinde büyük yıkımlara yol açar.İnsan bahsi geçen duyguları kullanarak kendini de bitirme noktasına getirir.Kalp kırar, baş yarar,saldırır,cinsel isteklerinin peşinde salya döken bir köpeğe dönüşür.Toplumda sapık ilişkilerin ortaya çıkmasına,boşanmaların artmasına neden olur.Sevgisizlik,hürmetsizlik hızla yayılır.İnsanlar sadece kendi istek ve arzularının peşinde sürüklenir.Bencilce bir hayat yaşar.Huzurun adı bile olmaz.İnsan; aşırı sevme aşırı nefret duygularının esiri olur.Bu dengesizlik hali hayvansal gıdayı azaltmadıkça sürüp gider.

Hayvansal gıdayı çokça alan insan tombullaşır,hımbıllaşır,tembelleşir.İdeallerinin değil nefsinin kölesi olur.İyice düşünemez,muhakeme derinliğini kaybeder.Bilinildiğinin aksine fazla protein beyine olumlu etki yapmaz.Ortaya çok iyi düşünemeyen duygularının esiri korkak bir insan çıkar.Modern toplumun ekserisi bu haldedir.Dünyada kapitalizmin işlemesi devamlılığnı sürdürmesi tüketimin gün geçtikçe artması için ete ihtiyaç vardır. Fast food mağazalar zincirlerinde kullanılan hayvansal yağlar insanoğlunu bir felakete doğru sürüklemektedir.

Et yemeyin demiyorum bunu asla da önermem.Hayvansal gıdayı mümkün olduğu kadar az alın.Bu tüketim çılgınlığından vazgeçin.Sağlık sorunlarına hiç değinmedim fark ettiyseniz.Onu başka bir yazıya havale ediyorum.Ruhsal sağlığınızı korumak için söylediklerimi lütfen önemseyin.Sebze yiyin çiçek gibi olun.

Marul harekatını destekleyin moralinizi tetikleyin..
"ben" yazdım,hea!! :))

1 Kasım 2008 Cumartesi

İnsanlığın Acı Çekmesine Sebep Olan :Kadın Hakimiyeti




Bir yandan ,küçümsenmenin en aşağı sınırına indirildiği bir gerçek olan kadının öte yandan hükmeden olması gibi olağandışı bir durumu açıklıyor bu.Tıpkı yahudiler gibi:Onlar da aşağılanmalarının karşılığını paraya hükmetmekle veriyorlar.Kadınlarımız gibi...Şöyle diyorlar Yahudiler:'Yalnızca ticaretle uğraşmamızı mı istiyorsunuz, öyle mi?Pekala.Öyleyse biz ticaretle uğraşanlar hükmederiz size.' Kadınlar da şöyle diyorlar:' Ya ,demek yalnızca cinsel tutkularınızın araçlarıyız,öyleyse biraz çalıştıralım sizi'


Kadınların oy kulllanamamaları ya da yargıç olamamaları bir hak yoksunluğu değildir.Bunları yapabilmenin hakla falan ilgisi yok.Hak cinsel birleşmede erkeğe eşit olmak ,erkekten yararlanma hakkına sahip olmak,istemediği zaman onu geri çevirebilmek ,istediği erkeği seçebilmek,seçilen değil.seçen olmaktır.Bunlardır hak.Bunun çirkin bir düşünce olduğunu söyleyeceksiniz.


Pekala! Öyleyse erkeklerin de bu hakları olmasın.Günümüzde kadınlar erkeklerin sahip oldukları haklardan yoksun.İşte,kadınlar da sahip olmadıkları bu hakkın yerine erkeklerin cinsel tutkularını hedefliyorlar.Cinsel tutkuları yoluyla onları öylesine etki altına alıyorlar ki ,yalnızca görünüşte seçici oluyor erkekler,gerçekte kadınlar seçiyor.Bu olanağı bir kez ele geçirdikten sonra da kötüye kullanıyorlar,insanlar üzerinde korkunç bir EGEMENLİK kuruyorlar.


...


Nerede mi egemenlik? Her yerde,her şeyde.Her büyük kentin mağazaların şöyle bir dolaşın.Milyonlar yatıyor bu mağazalarda,oralara hercanan insan emeğinin ise hesabını zor yaparsınız.Bakın oralara,yüzde doksanında erkeklerin kullanımı için bir şeycik bulabilecek misiniz ?Yaşamın tüm lüksü kadınlar için isteniyor,destekleniyor.


Fabrikaları tek tek gezin.Büyük bir çoğunluğu kadınlar için,hiçbir işe yaramayan süsler,ufak tefek şeyler,mobilyalar,oyuncaklar üretir.Milyonlarca insan yalnızca kadınların kaprisi için kuşaklar boyu köle gibi çalışmaktadırfabrikalarda. Bu öldürücü kürek mahkumu işlerinde ömür tüketmektedirler.Kadınlar çariçeler gibi,insanlığın yüzde doksanını köle olarak tutmakta ,ağır işlerde çalışmaktadırlar.Bütün bunların nedeni ,onların erkeklerle eşit haklardan YOKSUN edilerek KÜÇÜK DÜŞÜRÜLMESİDİR. İşte onlar da cinsel duygularımıza etki ederek,bizleri ağlarına düşürerek intikam alıyorlar.


(...) Kroyçer Sonat/Lev Tolstoy

31 Ekim 2008 Cuma

Kent

Mutsuz insanlar kentte daha iyi yaşarlar. İnsan yüz yıl yaşar kentte de,çoktan öldüğünün ,çürüdüğünün farkında olmaz.Durumu nedir,nasıldır bakmak için zamanı yoktur,hep kalabalıktır başı.İşler ,toplumsal ilişkiler,sağlık sorunları,sanat gösterileri,çocukların sağlığı,öğrenimi..Kah falancalar,filancalar konuk gelirler,falancalara filancalara gidilir,kah bir oyunu izlemek gerekir,şu ya da bu konsere gidilir..Bilindiği gibi ,kentte her zaman insanın kaçırmaması gereken bir,hatta aynı anda iki,üç ünlü sanatçı birden bulunur.Bazen doktora gitmeniz,aileden birini götürmeniz gerekir...öğretmenler,müzik öğretmenleri,mürebbiyeler...Yaşama gelince bomboştur yaşam.Öyleyce yaşayıp gidiyorduk,hem de olayın acısını daha az hissediyorduk...
Kroyçer Sonat/Lev Tolstoy

31 Ağustos 2008 Pazar

Küsüm sana İzmir!


Osmanlı Devleti zamanında Batı'ya en yakın duran, Avrupa 'daki değişimleri en kısa sürede uygulayan hayata süren gerçek çağdaş ,ilerici şehir olan İzmir artık Türkiye'nin orta anadolu kentlerinin bile gerisinde kalan ,değişimlere kapalı ,içine kapalı bir görünüm sergiliyor.

5000 yıllık tarih uçup gitmiş sanki.Koskoca kültürel birikimin esamesi okunmuyor caddelerinde , sokaklarında. Denize nazır iki üç katlı Rum, Yahudi ve Türk evleri önüne çekilen apartman bloklarından oluşan Çin Seddine rakip yapılar gölgesinde kalıp ,pörsümüş vaziyette..Ne güneş alabiliyorlar ne de körfezden gelen o efsanevi deniz kokusunu..Zaten bir kısmı metruk olan bu evlerin bir çoğunun yerinde gökdeleni andıran apartmanlar kondurulmuş vaziyette diğer bir kısmı ise başka bir yerde göremediğim bir tarz ile evi bozmadan üstüne apartıman konmuş.

Merak etmeyin esaslı bir gezi yazısı yazacak değilim, niyyetim kafamı meşgul eden iki konu.


  1. Arsenikli su mevzuu:Tarihte medeniyet beşiği olmuş bu kentte şebeke suyu içilmiyor çünkü kanser yapma riski olan arsenik maddesi sudaki oranı hayli fazla.

  2. Sinema: Eski devirlerde Batıdaki değişimlerin Anadoluya giriş kapısı olan Smyrna şimdi bu ilk olma özelliğinin çok gerisinde kalmış vaziyette. Evropalı yaşam tarzınının havasını bir dönem çokça atan şehir , şimdi Batı'dan gelen sinema ,konser vb etkinliklere karşı kapalı. Yurtdışında sanat yönü ağır basan kaliteli sinema yapıtları bu şehirde seyirci bulamıyor. Romantik komedi ve tıpkı basım Hollywood filmlerinin yozluğu şehri kuşatmış. Filmlerin düşük seviyesi bir yana sinema seyircilerinin de bir kısmının bütün bir film boyunca yalnızca cep telefonlarıyla oynaması ise olayın vehametini maksimum bir seviyeye çıkarıyor.

Smyrna gitmiş çoktan yerine çok sığ,değişime kapalı modernizme düşman bir İzmir gelmiş.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Ömrümün bu demleri!

Genç olmak için yaşlı,yaşlı olmak için genç bir yaşımdayım; otuzlu yaşlarıma ayak bastığım şu hengamede büyük şairlerden hali pür melalimi anlatan dizelerini getiriyorm ekranlara.

Tam otuz yıldır saatim işlemiş ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum...
NecipFazıl Kısakürek

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider
Cahit sıtkı tarancı

Çünkü mutsuz insanlar yazar

Doğrusunu isterseniz sıcak bir cumartesi günü evimde oturup da bir blog tasarlayacağım hiç aklıma gelmemişti. Blog olıuşturarak neyi amaçladığımı size açıklayacak değilim ama yazmaktan büyük bir zevk aldığım muhakkak. Neden? Çünkü mutsuz insanlar yazar.
Bir Zafer Bayramında mutsuzluktan bahsetmek de varmış diyerekten ve sanki bu cümle için ayrı bir paragraf açmasaydım diyesim geliyor.
Konuya dönersek;yazıyorum çünkü mutsuzum.Mutsuzluğumun idrakine vardığım ve sebeplerini bildiğim için aynı zamanda mutluyum. Kendi çapında kısır döngü oluşturmak istedim,kızmayınız bana.
Şimdi tüm bu yazılanları ingilizceye çevireyim de dünya-alem tanısın beni..