Bugünden..

Aklı başında bir adamın sözünü etmekten en çok zevk alacağı konu nedir ,bilir misiniz?Yanıt:Yine kendisi..Öyleyse kendimden söz edeyim biraz..Dostoyevski/Yeraltından Notlar

22 Ekim 2011 Cumartesi

bir projem var

Hepimiz  iyi kötü dört duvar içinde yaşıyor,en az üç öğün yemek yiyoruz.Giysilerimiz var oldukça şık ve sayıca fazla üstelik bazıları da pahalı markalardan.Okumak için baba parası yedik telefon almak için de yedik,askerdeyken,evlenirken de.Birileri yardım etti hep.

Çok televizyon izliyoruz.Pahalı takım elbiselerin içindeki adamları,çok şık hanımefendileri,spor arabasıyla fink atan beyleri izliyoruz.Gözümüze sokuyorlar.Bu yaşam standardına ülkemizde kaç insan var?Bir avuç.

Ve bir de hiçbir şeyleri olmayanlar ve bunu gizleyenler.Her metropolün varoşlarında yaşayanlar,bir pantolon bir gömlekle idare edenler,doğru dürüst evleri olmayanlar,kırılan bir duvarı onaramayıp tenekeyle örtenler,elbiselerini yamayanlar,çok ekmek yiyip hep aç kalanlar.Çocuklarını okutamayıp okuyanlara imrenenler,kahveye .bakkala borcu olanlar ...
Bu insanlar kendilerini gizliyor.Gururlarından mı vakarlarndan mı bilinmez.
Ama biz gizleyemeyiz.

Projem şu.Ülkemizdeki yoksulluğu görüntülemek,anlatmak.İnsanları çok da incitmeden YOKSULLUĞU tarif etmek,içine girmek .Bununla ilgili bir site kurup,bol bol fotograf çekip ,hikayelerini yazmak.

Bunun için iyi bir fotografçı,yoksullarla kontakt kuracak kişilere ihtiyaç vardır.Hiçbir kar amacı gütmeyen bu proje bir vicdani harekettir.

Nobel Barış Ödülüne bile kavuşursun belki.
Bekliyorum ilgilenenleri.Bir slogan vardı hatta :SEN YOKSAN BEN YOKSUL.
BEKLİYORUM HEA!

19 Ekim 2011 Çarşamba

HOP BAYAN! kendini tanı

Koyunun olmadığı yerde keçiye abdurrahman çelebi derler.
Ne kadar da bu söze uyuyor halleri.
Boy ortalaması facia ,fizik ,yüz güzelliği ise  değil kuzey avrupa standartları, Şili nin dip standardına yakın olan Türk kızlarından bahsediyoruz.İşte memleketin bu şartlarında azcık eli ayağı düzgün olan,boyu 1.65 geçenler kendilerini manken yerine addederek podyumda yürümeye gün sayarlar.Hele bir de erkek egemen bir ailede şımartılmışsa kimseleri beğenmez,hayallerinde olan ama gerçekte olmayan adamların peşine düşerler. Edirne'nin dışına çıksalar kimsenin yüzüne bakmayacağı bu kadınlar burada el üstünde tutulurlar.Yurt dışında yaşamayı düşünmemiş, bu  topraklara mahkum olan zavallı Türk erkeği de eli mahkum bu tuzağa düşüyor.Televizyonda gördüğü artistlerle evinde yaşıyan karısının arasında dağlar kadar fark olduğunu düşündüğünde iş işten çoktan geçmiş oluyor.

20 sinde aç durarak bir et bir kemik haline gelen kızlarımız iyi bir koca bulduktan sonra kendini saldıkça salıyor bir de çocuk yaptımı o kadar kilo alıyor ki  otobüse binmek için en az iki kişinin desteğine ihtiyaç duyuyor.Günde 6-7 öğün yiyerek öğüttükçe öğütüyor.Küçük bir çoçuğun aç gözlülüğü gibi ne görürse  yemeye çalışıyor.

Açık olanı bacak göstererek ,çatal göstererek erkek tavlarken ,kapalısı da playboy senaristlerine taş çıkartacak fantezileriyle bastırılmış cinsel duygulara muzdarip erkekleri ağlarına çekiyor.

Aradıkları koca tiplerine gelince;
şiir yazanını,aşk mektubunu gönderenini isterler, kendileri yazma adına en fazla sms atarlar.hayatları bir kısa mesaja sığacak kadar sığ olan bu insanların en tumturaklı lafları da kötü bir şarkı sözünden ibaret olur.
Dünya malına değer vermemekten,erdemden,insanların tamahkarlarından dem vururlar  ama giderler en paralısının en yağlı göbeğine sahip adamın altına yatarlar.
Hasılı nurdan,dinden bahsederler nara gark olur giderler.

Köyden kente göç etmiş bir neslin evladı olan bu genç bayanlar fiziki güzelliklerini saymıyorum bile karakter olarak zayıf,bilgisiz,yerinde sayan hatta geriye basan,açgözlü ,çanta ve ayakkabının bir numaralı müşterileri olmakla bu coğrafyanın en talihsiz erkeklerini kandırır,evlenirler.

Yazık bu ülkenin erkeklerine.

BU YAZIDA BAHSEDİLEN KADINLAR ELBETTEKİ SADECE BİR KISMINI DAHA ÇOK DA 70 YILINDAN SONRA DOĞANLARIN BÜYÜK BİR KISMINI HEDEF ALMAKTADIR.YOKSA BU ÜLKEDE NE KADINLAR YAŞAYIP GİTMİŞTİR DE BÜTÜN ERKEKLER ONUN BİR TIRNAĞI  BİLE OLAMAZLAR.

25 Eylül 2011 Pazar

Uyan

"İnsanlar uykudadırlar, öldükleri zaman uyanırlar."
Bundan ötesi var mı arkadaş.Bak etrafına iyice.Her gün bu gerçeği bağıran bir ölüm mahallende gerçekleşiyor.Mahallende olmazsa ilçende var,televizyonunda var.Kulaklarını ne vakte kadar tıkayabiirsin.Devekuşu gibi olma.Devekuşu avcıyı görünce kafasını kuma gömüp saklandığını sanıyormuş.Sen öyle yapma.Öteki tarafta sersemlemiş vaziyette uyanacaksın.Hakikat bu.


Bu hatırlatmayı söyledikten sonra tekrar gündemiize dönelim.Gündem belli:kadınlar ve anlaşılmaz tavırlar.Geçen hafta koca bir stadı dolduran otuz bine yakın kadını ve çıkardıkları sesi görünce tekrar düşünmeye başladım.Tezahüratlarında yankılanan o tız ses beni futboldan uzaklaştırdı .Yada şunu dedim :futbol oynamak da izlemek de bir erkek işi. Staddaki kadınların 61.dk da rakip takım aleyhine yaptıkları toplu küfür ,kadınların erkeklerin çirkin tarafına benzemeye çalışmaları midemi bulandırdı.
Ben demek bütün bu saçmalıkarı görerek bazen de öngörerek evlilikten kaçmışım.Ama napalım Allah ın koyduğu kaide de ortada.Evleneceğiz ,bu olacak.


Erkekler uykudadırlar,evliliğin ilk sabahı uyanırlar.



13 Eylül 2011 Salı

so cool!!!

Ne olacak bilmem.Bir kaç gün kafamı dinleyeyim dedim.Gezdim biraz.Kafamı toparlayacaktım güya?

Eh işte biraz.

Vaziyet kötü azizim.Dışardan görünen masum ,güleç yüzün altında nasıl bir dünya dönüyor böyle?

Bir haftadır cool olmaya çalışıyorum .:) Az konuşuyorum.Konuştutuğumda kesin ve netim ve  insanların yüzüne de pek bakmıyorum,dağlara tepelere.Her an poz veriyormuş havasındayım.Gayet soğukkanlı.Tokum.Kimseler minnet duymadan yaşıyorum.Az ama yerinde bir iki espri ile ortalığı kırıp geçiriyorum,herkes gülerken ben gayet serinim.(cool'um).Güneş gözlüğünü çıkarmıyorum gölgede bile.Ne giydiğimi sormayın .......Aklımı kurcalayanlar yok değil:Parmak arası terlik cool' luğuma bir halel getirir mi? Ya belediye otobüsüne binmek?  Ara sıra türkü mırıldanmak?

Yoksa bu kadar çabam boşa mı? Cool mu  doğulur acaba? Bu sonradan giydirmeler durmaz mı üstünde insanın? Bir serçe ne kadar tavus kuşu görüne bilir?

Bir arkadaşımla düşündük: eski zamanda olsaydık ve de Konya da .Dünyadan elimizi ayağımızı çekseydik.Ruhsal kemala ererdik belki.Ya şimdi olamaz mıydık derviş.Düşündük de galiba eski zamanki gibi olamazdık..Bu devirde facebook ve msn hesabı olmayan bu devrin dervişidir,dedik.İyi mi ettik?

 Cool'lukla derviş olmak her ne kadar tezat görünse de ,mesela  Şemsi Tebrizi cool değil miydi? Pekala evet.Demek cool'luk tanımını biraz daha açmak gerek.

Ya da bir Şems gelse uzaklardan ,ne bileyim doğudan mesela, güneş gibi doğsa üzerimize,ne iyi olurdu.


10 Eylül 2011 Cumartesi

Amy i anarken..

Dün İzmir Bostanlı da bir restoran da oturduk arkadaşla.İkindi üzeri gittik.Güneşi batırdık körfez üzerinde .Denizin dibindeydi mekan çok da güzel rüzgar alıyordu.Beni etkileyen ne çin usulü tavuğu ne de manzarasıyfı.Fonda çalan müzikleriydi.Maalesef çok mekanda göremediğiz kaliteli müzik belediyenin işlettiği  bu mekanda sergileniyordu.Amy winehouse un Love is a losing game (aşk kaybedilmiş bir oyundur) şarkısı entrümental caz vari söyleniyordu ve buna benzer daha neler neler.O kadar etileyici idi ki atmosfer, yaşlıca bir kadın buna dayanamamış olsa gerek fenalaştı.Ambulans geldi .Müdahaleler sonuç vermedi.Sonra kimin aklına geldiyse müziği kapattılar ,kadın kendine geldi,serumla beraber hastaneye götürdüler.Aslında dün yolda yürürken de bir kadın daha fenalaşıp yolda yığıldı.Onun  sebebini bilmiyorum.
Neyse, mekandan çalınan parçalar güvercin tedirginliği yaşayan kalbime nasıl da dokundu.Rahmetli Amy i  andık arkadaşla.Geçen de Freddie Mercury in doğum günü  vardı.Genç yaşta hayatını kaybeden olağanüstü sanatçılardı bunlar.
Amy nin o unutulmaz şarkısıyla başbaşa bırakayım sizi:


9 Eylül 2011 Cuma

Dar sokaklardan düzlüğe

İzmir de Kemeraltı malum çok karışık ve kalabalık bir yer.Dar sokakları,yolunuzu kesen satıcıları ve her yerde bulamayacağınız mağazaları ile  meşhur bir yer.Çok kaybolmuşumdur.Konaktan girip bir sokağı takip ederseniz girdiğiniz yere çıkmanız olası.
Kemeraltını en büyüleyici yanı kıyıda ,köşede kalmış dükkanları ve çay bahçeleridir.Tarihin mekanın arasında rahat bir dinleme fırsatı sunar.
İşte bunlardan birisi.Kemeraltına Hisar tarafından girildiğinde sol tarafta kalan kalabalık sokakları geçerek arkada bir yerlerde daracık bir sokaktan sonra karşınıza çıkar bu çay ocağı.Bu mekan ve bir de içeceğiniz karadutlu limonata karışımı sizi nasıl ferahlatır.
Benim de karanlık dehlizlerde seyreden ruh halimin sıkışıklık içinde ferah bir düzlüğe çıkması ümidiyle.

6 Eylül 2011 Salı

yalnız uyanmak

Uyandığımda elimle sağ tarafı yokladım,sol tarafı yokladım.Kimse yoktu.Şaşırmadım .Otuz yıldır tek başıma uyandığımı nasıl unutabilirim? Ne günaydın diyen kimse var koca evde,ne gürültü yapan çocuk sesi,ne tuvalet sırası beklediğin bir ayak yolu,ne mutfaktan gelen çay kaynama sesi ..yok yok yok..
Şimdi beni, günaydın öpücüğü ile uyandıran bir kadın ,kavga ederek uykumu kaçıran  çocuklar olsaydı ,ne iyi olurdu.
Bir zamanlar, buradan veya başka yerlerden yazdığım tüm evliliği küçümseyen yazılardan utanıyorum artık.Kadınları tahkir eden düşüncelerimden de.Büsbütün şeytanın oyuncağı olmuşum belli.Az evvel uzun süredir görüşmediğim bir arkadaşın evlenecek olmasını duyduktan sonra gaza gelip de bunları yazıyor değilim ben.Üstelik o arkadaşın evlenme ihtimalini çok da uzak görüyordum hani.
Annemle babamın yanlış zamanlamayla mükemmelliyetçi bir burçta olmamla başladı her şey.Derler ki yay burcundakiler çok geç evlenirmiş.Bu hakikaten doğru.En azından benim için büyük bir hakikat.Yay burcu mu öküz burcu mu artık her neyse  benim bu halde olmamın nedenidir.Hiç mi benim kabahatim yok? Tabii ki var.Ama bu genler yok mu? Beni  benden  alan perişan eden.Hür olma isteği,kimseye bağlanmamak dürtüsü,kimseyi beğenmemek ,kadınları küçümsemek ve araya sıkışan karşılık bulamamış güçlü bir aşk da bu durumun sebebidir.
Şu andaki skora bakarsak fena bir durumdayım.Mahalle arkadaşlarım neredeyse torun sahibi olacakken kendisini manastıra kapatmış kızlar bile evlenmek için  gün sayıyor iken pek de çirkin sayılmayan,işi elinde olan bu adam hala evlenemiyor.Ey allam ya.Deli olacağım.

12 Ağustos 2011 Cuma

Biz bu işi hallederiz

Adamın biri sabah erkenden kalkmış ve yazmaya başlamış.Büyük bir heyecanla yazmış ,yazmış.Kendini o kadar çok kaptırmış ve o denli konsantre olmuş ki yazının altına imza atmaya gelince bir türlü adını hatırlayamamış.Kardeşi o gün misafirmiş ve uyuyormuş.Onu kaldırıp adını sormayı bile düşünmüş.Neyse ki birazdan adını hatırlamış.Sonra bu yazıyı devrin çok satan gazetelerinden birine(ikdam 1908) göndermiş.Gazetenin yayın yönetmeni yazıyı çok beğenmiş ve başyazı yapmış.Yazı o kadar tutmuş ki otuz bin olan tiraj elli bin olmuş.

Yazı yazınca böyle olmalı diye de aklıma geliyor.Fakat bunun ne kadar saçma bir fikir olduğunu anlamak uzun sürmüyor.Gerçi Prens Sebahattin yazara demiş ki "sen her zaman yazma,ara ara yaz ve böyle güçlü olsun" demiş.Çok sık yazmak yazının kalitesini düşürüyor diye anlamalıyız bunu.Yazarın hekim ve yazının konusunun da siyasi olduğunu ekleyeyim.Yani farklı sahada yazmasına rağmen çok başarılı oluyor.Yazıyı edebiyatçlara bırakmamalıyız derim.Her konuda yazmalı .

"biz bu işi hallederiz" derken neyi kastettiğim müphem.ansızın aklıma geldi.neyi halledeceğiz diye düşünüyorum.şahsen pek bir şey hallettiğim yok.zamanımı ,ömrümü hal etmede pek mahir olduğum ise bir hakikat.o halde başlğı yazarken kendimi kast ettiğim olası değil.peki kim yada kimler?bunu düşüneceğim.

Dahası ,bir ihtilale gereksinimin olduğu muhakkak.şahsi bir inkılap.fakat bu perişan,bedbin halimle bu iş ziyadesiyle bana ağır geliyor.devrimler nasıl vücut bulur? bir ihtiyaçtan belki de.o da yok.hiç birşeye ihtiyacım yok.olsa da olur olmasa da.hayatım bu minvalde seyediyor.insanlar ne kadar da hırslı.şaşıyorum doğrusu.neyin peşindesiniz ey insanlar.yangından mal kaçırır gibi davranıyorsunuz.ne kadar zayıf bir hareket.

17 Haziran 2011 Cuma

Altı Çizili Satırlar


Dostoyevski nin "Yeraltından Notlar" adlı kitabından beğendiklerim:

Hele kavgadan sonra barışmak-özür dilemek ya da bağışlamak ne büyük zevktir! Sanki yeni tanışmış yeni evlenmişler ,birbirlerini yeniden sevmeye başlamışlar gibi,ikisi de büyük mutluluk duyarlar.


Yoksulluğumdan utandığımı sanma..Tersine yoksulluğumla övünürüm.Yoksulum ama soyluyum da..İnsan hem yoksul hem de soylu olabilir.


Bana "çay içmek mi istersin yoksa dünyanın batmasını mı?" sorsalar hemen çay içmek diye bağırırım.Bunu biliyormuydun?





En beğenmediğim adamdan bile azar işitiyorum.İşte ben böyle bir adamım.


Beni dinlediğin için senden iğreneceğim hiç aklına gelmiyor mu?


İnsan yaşadığı sürece ancak bir kez bütün içindekileri döker,o da iyice bunalıma düştükten sonra.


Kolay edilmiş bir mutluluk mu,yoksa yücelten acı mı daha iyi? Evet hangisi daha iyi?


Köşemde manen çürümüş ,çevreden ,canlı yaşamdan kopmuş,yeraltımda kendi yarattığım kine boğulmuş olarak ,yaşama nasış yan çizdiğimi uzun uzadıya anlatmanın hoşa gidecek nesi var?

Biliyorum,şakalarım oldukça bayat,kaba,çetrefilli;kendime güvensizliğimi gösterir.Kendime saygı göstermediğim içindir herhalde.Herşeyi anlayan adam kendine nasıl saygı duyar?

Orada korkaklığımdan değil,sınırsız gururumdan dolayı çekingen davranmıştım.


Biz ölü doğmuş kişileriz,zaten çoktandır canlı olmayan babalarımızn soyunddn ürüyoruz ve bu durumu daha çok beğeniyor,bundan zevk almaya başlıyoruz.

11 Haziran 2011 Cumartesi

Bir cumartesi günü ve kadınlar

Şu blogu yazarken niçin bu kadar kasılıyorum?Edebi olmak zorunda olmadığımı birileri bana her daim hatırlatması gerek sanırım.
Facebook a girmeyeli 5 (beş) gün oldu.Yokluğum hissedilmedi sanal alemde.Oysa hemen merak edileceğim,geri dön çağrılarının yapılacağını ,ikna için gruplar kuralacağını sanmıştım.Oysa hiç kimse aramadı. Geçenlerde birisi şöyle demişti:"Yakın zamanda birisinin öldüğünü facebook hesabı kapanınca anlayacağız" Bu duruma göre taziye için evi arayan da yok.Yani o kadar da değilmiş hani.
Neyse bu moderniteye taktım ben.Savaşacağım.Bu işten karlı çıkacağım.Kaybettiğim zamanı kuruşuna kadar geri alacağım.
Kuşatıldığımı hissediyorum.Her yerde uymak zorunda olduğun kurallar var.Evin manzarası kötü.Betondan başka bir şey yok.Bu ülkede en zengin adamın evinin bile manzarası berbat.Bu kadar çarpık kentleşme insanı çıldırtıyor.Adeta göz gördüğüne isyan ediyor.Estetik yoksunu insanlar ,kolay para kazanma uğruna herşeyi berbat ettiler.Estetik duygusunun güzel sanatın bir kıymeti olmadığı bir ülkede yaşıyoruz.eskiden böyle miydi diyerek bir konu da açamak istemiyorum.Ama böyle değildi.
Bu arada eski demişken Osmanlının son demleri hiç de övülecek gibi değilmiş hani.Padişahtan falan bahsetmiyorum.sosyal hayat ,toplum düzeni ,ihanet ,aldatma ve sapıklık yine varmış.Belki şimdikinden daha fazla.
İşte insan bu.İster devletin dini İslam olsun ister Laiklik olmasıni,insanda bitiyor herşey!Bu konuyu hemen kapatıyorum.Syaset bulaşmasın bari bu güne.
Birine aşık olsam daha güçlü yazılar yazacağım kesin,daha derin,daha duygusal.Böyle yazılar yazdığım devre oldu nitekim.İnsanın hayatında bir kere yaşandığı bir devre sanki.Bizim toplumda ortaokulu zor bitirenler bile sevdiği kızlara ne güzel şiirler yazıyorlar oysa.Ben de ne de olsa bu milletenim.
İnsan haikaten birisini istiyor yanında.Sabah belgesel kanalında deniz aslan erkeklerinin bir dişi için nasıl dövüştüklerini izledim.Birbirlerine çok zarar verdiler.Hayvan aleminde kadınlara pozitif ayrımcılık yapıldığı kesin.Kadının daha çok değeri var,onun için savaşılıyor.Yakın zaman Avrupa da düellolar olurmuş kadın için .ama şimdi öyle mi?Kadınlar güya iş hayatına çokça girdikleri bu zamanda kıymetlerinin arttığını sanıyorlar.Oysa şimdi hiç kimse bir kadın için savaşmaz.Eskiden savaşlar kadın için çıkardı derler şimdi ise kadına ulaşmak çok kolay.Bırak savaşı en ufak zahmeti yok.Tabii eğer kadının niteliği söz konusu olursa bütün bu yargılar değişebilir.
Madem bu kadar kolaydı "senin neden bir kadının yok" diye sorabilirsin bana.O da başa bir yazıya?

8 Haziran 2011 Çarşamba

Facebook a veda!

Bugün ikinci gün.Tam 48 saat oldu facebook a girmedim.Dile kolay.Hesabımı kapattım.Nefsimle büyük bir mücadele veriyorum.İşyerinde ,evde facebook beni çağırıyor fakat ben direniyorum.Bu şanlı direnişim acep kaç gün sürecek?Kardeşim diğer kararlarım gibi bu kararımın da kısa vadeli olduğunu söylüyor.Bence bu sefer farklı ..Galiba bu kez başarılı olacağım.

Benim gibi facebook müptelası biri için aldığım bu karar devrim niteliğinde.Kenan Evrenin yargılanması bile bunun yanında sönük kalır.Ne kadar zaman alıyormuş bu zırva.Bunu bie bile binlerce saatim heba olup gitti.Ne kazandım ,hiçbir şey.Hadi hiçbir şey demek insafsızlık olur ama getirdikleri götürdüklerinin yanında sıfır.Bu israfın bedelini yaşadım ,yaşıyorum.Sanal olan herşeyi söküp atmak da aklımdan geçmiyor değil.

Bugün akşamüstü bir lokantadaydım.Yan masada orta yaşın üzerinde dört adam yemek yediler sonra hiç biri konuşmadan açık olan televizyondan haber izlediler.Sanki yanlarında hiç kimse yokmuş gibi her biri hipnoz almış gibi o sihirli alete baktılar.Oysa bu dört arkadaş her zaman bir araya gelemezdi.Bu gelmelerinde oturup televizyon mu izlenmeliydi? Biz geçen bunu başardık ama.Arkdaşın evinde televizyon kapatıp harika bir sohbet yaptık.Biz de dört kişiydik üstelik.
Sanaldan korkun dostlarım.Eğer paranızı bu işten kazanmıyorsanız yada bir şey araştırmayacak,üretmiyecekseniz bulaşmayın derim.Bu blogları da okumayın .Hepsi zırva.

Bloglar Araplarda devrim işine yarar,Almanlarda bilimsel araştırmaya yarar biz de ise milletin fantezilerini öğrenmeye yarar.En çok takip edilen bloglara bakın.Bir çoğu bir kadının cinsel arzularını tasvir eder.Neye yarar bunlar? Hiç bir şeye...
Facebook diyorduk, artık geride kaldı o da ..O kadar rahatım kişimdi.Resmen boğazıma boyunduruk takmış ucunu Zuckerberg in eline vermişim.

5 Haziran 2011 Pazar

EYVAH TATİL BAŞLIYOR

Yılın en güzel zamanları geride kalıyor.Daha doğrusu yılın en kötü zaman dilimi start alıyor: YAZ TATİLİ.Okulların kapandığı,şehir merkezlerinin boşaldığı ve haliyle insanların zihinlerinin de boşaldığı dönem.
Birileri Türk insanının tatil zihniyeti hakkında ciddi bir araştırma yapması gerekir .Bu insanlara neler oluyor? Regular season da yani yılın normal zamanında az çok aklı başında hareket eden miletimiz tatil vakti gelince sahip olduğu aklı da kaybedip şuursuz,anormal,sorgusuz ,sualsiz bir hayat ve bir önceki karakteri ile tezat bir hale bürünüyor.Bir başıbozukluk ki sorma gitsin.Oysa kırsal kesimde böyle mi?


Anadoluda yaz dedin mi esas işler başlar.Kimisi tarlada kimisi dağda bayırda çalışmaya başlar.Sabah ezanıyla evden çıkar öğleye yakın bir vakitte işlerinin çoğunu bitirir istirahata çekilir. Gayet münbit bereketli bir gün yaşar.


O zaman diyebiliriz ki modern hayat,kent yaşamı insanın yaz tatilini heba eder,saptırır.Mesela nedir bu "yaz aşkı" muhabbeti? Böyle bir düşünce olabilir mi? Gençler tatilini geçirdikleri beldede eylülde biteceği aşikar olan bir aşk yaşarlar.Eylül gelince herkes normal sezon sevgilisine yada işine döner.Her iki taraf da bunu bilir.Ne saçma şey!! Modern hayatın saçmalığı işte.İnsanın duygularıyla nasıl da oynuyor ve itibarsızlaştırıyor.
yaz tatili sendromunu alpay "eylülde gel " şarkısıyla ne de güzel anlatmış:


Tatil geldiği zaman

Ağlarım ben inan

Arkana bakmadan

Nasıl geçer bu yaz

sen sen sen

sen bir ömer bedel

yok yok yok

gitme gitme gel

Eylülde gel...

21 Mayıs 2011 Cumartesi

LAYER CAKE

Layer Cake filminden replikler:

Ruhunu şeytana satan herkesin sonu gözyaşıdır.

Hayat çok güzel.Tükürüğümde bile hissediyorum bunu.

Tipik İngiltere işte.Uyuşturucu satıcıları bile haftasonu çalışmaz.

Birini öldürmek zorunda kalırsan yaşıyan hiç kimseye bunu anlatma.

Cebime işeyip sonra bana yağmur yağıyor deme.

Ben doğduğumda dünya basit bir yerdi.Sadece hırsızlar ve polisler vardı.

Romalı bir komutan der ki " Barış istiyorsan savaş çıkarmalısın"

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Chapter 2

O nu tekrar gördüm.

Kimi olacak ,dünyanın en güzel kadınını ve şunu fark ettim bunlar aynı kişi değil.Bu seferki daha güzeldi muhakkak!

Yurtdışında ikamet edip memleketine tatile gelen arkadaşla buluşmak için denize yakın bir cafede buluşmaya karar vermiştik.

Hiç hesapta yokken O nunla karşılaştım.Kaldırımda,aniden ve çok kısa bir süreliğine.Üstelik yanında erkek arkadaşı varken.Arzum Onan gözleriyle arkadaşına bakarkenki yine Arzum Onan gülümsemesiyle(yoksa gördüğüm Arzum Onan mıydı :)) aklıma kazındı.Bir de beyaz kot pantolonunu da unutmamak gerek.

Şu anda dünyanın en güzel kadını ünvanını taşıyan üstün varlığa uzun uzun baktım.Hadi ama ,yanında erkek arkadaşı vardı biliyorum ama karşısında doğa harikası gören hangi insan başını çevirebilir?Ben de zaten takdir hisleriyle uzun uzun baktım.Sadece takdir ama ...

Sonra yine şekilde bir önceki filmin sonu gibi ayrı yönlere gittik.Arkadaşım geldi uzun uzun konuştuk.Tabii iki erkek buluşunca ne konuşur? Tabii ki felsefe ,dermişim.Kadın konuştuk ama öyle tahmin ettiğiniz gibi değil.Gerçek hayattan alınmış kadın -erkek ilişkileriydi bunlar ve hakikaten ürkütücü finalleri vardı hepsinin.

Sohbetten sonra kadınlar hakkında pis bir yargıyla kalakaldım.Nedense erkekler bu durumlarda hep masum kalır.Aslında bu günah her iki cinsin.Bir de aklımda kalan şimdiki zamanın kadın dırdırları ve o gün Trt de izlediğim yaşlı bir kadının 50 yıl önce ölen kocasına bitmeyen sevgisi.Çocuklarından bile çok olan sevgisi.





Refah arttıkça huzursuzluk büyüyor .Neler oluyor yahu böyle?










(İki film göndermesi birden :"Chapter 2" diyerek "Kill Bill" filmine,"hiç hesapta yokken" diyerek "hiç hesapta yokken" filmine ;),kaçırmayalım bunları !)


7 Mayıs 2011 Cumartesi

O

Durmadan yazdı,çatlayıncaya kadar yazdı.Diğerleri bıraktı, O ise üşenmedi ,vazgeçmedi,yazmaya devam etti.Herşeyi yazmıştı.Başkasına yazacak hiç bir söz bırakmadı.Neden öldüğünü yazdı.Mezar taşını bile kendi yazdı.Öldükten sonraki konuşacak kişiyi seçmekle kalmadı,okuyacağı metini kendisi hazırladı.,

Her yere yazdı,evindeki tuvaletin kapısına bile yazdı.Hatta birisinde şöyle demişti."İlk insanların neden mağaraların duvarlarına yazdıklarını şimdi anlıyorum .İnsanoğluna hacet giderirken bir ilham geldiği kesin.Zaten mağaradaki yazıların çoğu hela tarafındaydı." Bunun gibi pek de komik olmayan ,düzeltiyorum ,kendince komik olan çok şey yazdı.

Neden öldüğüne dair pek çok söylenti dolaşsa da ipad çıktıktan ,defterlerin yasaklandığı 2033 senesi onun ölümüne giden bir başlangıçtı.Karalamadan geçireceği bir gün ona ızdırap üstüne ızdırap verdi.Şuurunu kaybetmek için haplar denedi.Şuurunu kaybetmeden hayatını kaybetti.Vasiyetinde "bari mezar taşım elekronik tahta olmasa.Eskilerin taşı olsa" dedi.O sene hükümetin bir genelgesiyle o andan itibaren yazmak eyleminin yalnızca elektronik tabletlerle mümkün olacağını bildirdi.Çevreye verilen zarardan büyük bir endişe duydukarı belliydi.Bu genelgeyle beraber mezar taşları ,mezar ekranlarına dönüştü.Kabir ziyaretinde okunacak duadan tut bir tuşla para vermeden Yasin okutmaya kadar vardı iş..Hatta bazı meşhurların mezar taşlarına reklam alındığı görüldü.Velhasıl bunun gibi şeylere dayanamadı.

Yazmak işini çok abarttı.Günah sevap cetvelini bile kendi tutuyordu.Meleklere iş bırakmamıştı.Yalnızca şüphede kaldığı bazı eylemlerin karşısını boş bırakmıştı.Bunların sayısı da yirmiyi geçmezdi.Suyun üstüne yazı yazmayı denedi.O ,kalemle yazı yazmak,bir cisme adını kazımaktan çok zevk alırdı.Yaşadığı şehirde çiziktirmediği bir ağaç kalmamıştı

Kuran ın ilk ayetindeki "oku" nun aslında "yaz " olduğuna dair bir makale dahi yazdı.Pek çoklarına göre inandırıcı olmadı.Ülkede siyasi tartışmaların bitmesiyle beraber eskisi gibi köşe yazarı çok yoktu.O yüzden gazetelerin köşelerini genellikle Nobel sahibi yazarlar kapmıştı.Kendisine köşe açamadı.

Köşe açamadı ama kendine mezar açabildi.
Bu da O nun son yazısıydı.
2035

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Ben

Size kendimden bahsettim mi?

Bahsetmedim çünkü onu çok sona bırakmıştım.Buradan gitmeden önce anlatacaktım herşeyi.Oysa öyle mi? Hayat çoğu kez istediğin gibi sürmez.


Ne kadar tuhaf değil mi? Herkes gibi doğduktan sonra herkes gibi okuyarak ,herkes gibi işe girerek,herkes gibi mutlu bir aile kuracaktık.Fakat bunlar olmadı.Olmadığı gibi olacak gibi de durmuyor.Geçen yazımdaki ümitsizlikle beraber yaşıyorum,ne kadar yaşanabilirse artık.Sadece bunlar olsa iyi.Artık neredeyse her gün ,mesai arkadaşlarım ,ailem hatta yeni tanıştığım insanlar benim bu perişan halime acıyor,bana akıl vermeye çalışıyorlar.Beni görünce yüzünü ekşetenler hatta yere tükürenler bile var.Her gün ,ne kadar gereksiz bir insan olduğumu daha iyi kavrıyor bu halimden dolayı kendime acıyorum.



İki hafta önce bir arkadaş beni resmen sözleriyle dövdü,azarladı ."Ne kadar bayat esprilerin var,bazen üniversite bitirmiş olduğuna bile inanmıyorum .Senin kadar kötüsünü görmedim " dedi.Ben de içimden "haklısın bacım ,ben bir eşşeğim" dedim,Üç gün sonra bir başkası ,bu sefer kelimelerle değil bakışıyla benim ne kadr değersiz,işe yaramaz,bedbaht biri olduğumu hatırlattı.O da haklıydı aslında.Bu kadar ezik bir insanım işte.


.İşin daha fenası ne ,biliyormusunuz? Hayatta başarısız olduğumu sizlere anlattığımdan zevk alıyorum.Buna inanamazsınız.İnsanoğlu o kadar kompleks,o kadar girift bir mahluk ki buna hiç şaşırmadım aslında.Keşfedeli çok da uzun olmadı.Oysa bir insan hem de gayet gururlu bir insan başkaları karşısında alçalmaktan nasıl keyif alır ,değil mi?



Bu sorunun cevabı şu olabilir.Başkası benim bu başarısızlığımı görmeden,ya da söylemeden benim bunu söylemem.Hatta " hayattır,yaşamdır" bütün bunların benim için önemsiz olduğumu sizlere düşündürtmem.



Bu yazıyı bir yere bağlamam gerekiyor galiba.Dur,nasıl başlamıştık?....ha,ben kendim.İşte böyle bir adamım .Zaten bu kadar kendisinden bahseden bir adamın hastalıklı bir adam olduğunu tahmin etmeniz zor olmayacaktı.Bütün bu yazdıklarım,ya da yazılanlar,ya da günlük tutanlar,blog yazanlar kimi anlatıyor sizce? Toplumsal bir olaya çözüm mü arıyorlar? Bir hastalığa çare mi buluyorlar? Hayır,hayır.Onlar kendilerini anlatıyorlar.iyilik yaparken bile kendilerini anlatıyorlar.Herkes kendisini anlatıyor;kimi kendini aleni bir şekilde överek,kimisi dolaylı biçimde methederek,kimisi de benim gibi kendisini yererek kendisini ön plana çıkarıyor.Böyle bir hastalığımız var bizim.Kibir diye,ego diye.



Şeytan dahi kibir yüzünden Allah katında kovulmuş."Şeytanın Avukatı" filmindeki ,şeytanın söylediği "kibir ,benim en sevdiğim günahtır" repliğini hatırarsak ben burada boş konuşmuyorum demektir.


Ne zaman kendimden bahsetmeyceğim? ne zaman kendimi yermeyecek,ne zaman kendimi methetmeyeceğim.?


Hiçbir zaman dostum,hiç bir zaman.....

30 Nisan 2011 Cumartesi

ÜmitSİZsiniz!

Gidişat onu gösteriyor.Hayattan zevk almak bir yana hayatın düzeleceği,yola gireceği,diğer insanların yaptığı gibi bir aile kurmaya izin vereceği ihtimalinin olmaması, gelecekle alakalı tüm ümitlerimi de yok ettiği için durmak yada kalmak ölmek yada yaşamak benim için hiç bir şey ifade etmiyor.Kimin için yaşayacağım? Kimin için öleceğim? Bu soruların benim için anlamını yitirmeye başladığı zamanlarımdayım.Bu zamanlar nasıl geçer bilirsiniz.Yada geçmediğini.

Bunun adı :Ümitsizlik.Her anıyla,hayatın her demiyle kendini hissettiren çaresizlik.Niçin çalışıyorum,niçin bir şey anlatıyorum,ne lüzumu vardı?

Güzel bir müzik,güzel bir kadın yada bir sanatın dahi tesir edemediği ben.Bencilce yaşadığım hayatın meyvesi tüm bunlar.Gülmeye ,eğlenmeye bile o kadar soğuğum ki.Ben yoksam o hayatlar beni ilgilendirmez ki.Ben yalnızım.Her insan yalnızdır.Ben ise yalnızlığımı örtüyoum.Kalabalıklar içindeyken,biriyle hararetli bir şey konuşurken dahi yalnızım."Yine boş konuşuyorum,beni yine yanlış anladı,ama kimin umurunda,ondan böyle bir algılama zaten beklemiyordum ki" hissi uyandırıyor nerdeyse tüm sohbetler. O zaman konuşmanın ,o zaman başkasının ne faydası var?

Birlikte yaşamak katlanmaktır,fedakarlıktır.Başkasına tahammül etmek.Kendini dahi beğenmeyen bencil bir adamın hayatında başkasının yeri olabilir mi? Olamaz.Olmamalı.

Hatıralar.Ama unutmak istediğimiz hatırılar,yaşanmışlıklar .Sizlerden nasıl kurtulacağım?Beni artık terk edin.Belki de sizin yüzünüzden bu kadar ümitsizim bu denli zayıf,bu denli kırılganım.Gidin artık.Sana diyorum .Mesela sen ;bir ay önceki,mesela sen ;geçen yaz.
Mesela sen;daha çocukkenki.Rahatsız etmeyin diyorum.Bu kadar misafir kaldığınız yeter.Keşke sizi kovabilsem .Nasıl bir şeysiniz öyle.Kendimi ev sahibi sanıyordum.Oysa geldiniz ,otağınızı tam içime kurdunuz.Şimdi, nereye dönsem ,kime baksam ilkin sen çıkıyorsun karşıma.Belki de ondan kendimi yalnız hissediyorum.Gidin diyorum,gidin.

Gitmeyecekerini söylüyorlar.Ölüme dek hatta ondan sonra da berabermişiz diyor kutsal metinler.Eyvah ! Nasıl aldandım? Şimdi kime ,kime gideyim? Herkes kapıyı kapattı.Ölmek de çare değilmiş.Nasıl sürecek bu hayat? "tanımadığım bir yerde bilmediğim birisi" bana kapıyı açar mı? Bu işte ümit olur.

Ümit,bir tek sana muhtacım ben!

23 Nisan 2011 Cumartesi

Otobüs macerası

"Her anı başka bir lezzet yapan bir aşk;bilmediği bir yerde hiç tanımadığı ,fakat saçının renginden gözlerinin parıltısına ve sesinin en basit intihasına kadar bütün zenginliklerine aşina olduğu cana yakın ve güzel bir kadın..." satırlarını okuyordum tam da O otobüste karşımdaki koltuğa otururken..Güneş gözlükleri gözlerini gizlese de yüzünün kusursuz uyumu,ince hattının bütün vücuda yayılmış olması tek başına öldürücü bir kadın olduğunun işaretiydi.Genç kadın bununla da yetinmedi kocaman gözlüklerini çıkardı ve o perdenin ardında kocaman mavi gözler ışıldadı.Bana baktı, "gözlerim de mavi üstelik" der gibi ilkin bana sonra camdan dışarıya göz attı.

Romandan fırlamış gibiydi.Bilmediğim bir kız.Harikulade güzel .Belki de hayatım boyunca böyle güzel bir kadına ilk kez bu kadar çok yakındım.Fakat ben yine o kadınlara karşı mahçubiyetiminin nüksetmesiyle tekrar kitaba koyuldum.Oysa satırlar ilerlemiyor yada ilerliyor ,okuduğumdan hiç bir şey anlamıyordum.Benim bu hareketiimden hemen sonra tekrar gözlüğünü taktı.Bu harekaetimi beğenmemiş miydi? Hayır,belki de beni çok beğenmiş iyice bakmak ,süzmek için gözlüklerin perdesi arkasına sığınmıştı.Bana mı bakıyordu sahiden?İleriye bakarmış gibi yapıp gözlerine dikkat edemez miydim?Bütün cesaretimi toplayı gözlüklerinin kara camını yarıp gözlerini aradım..olamaz.gözleri bana bakıyordu.Bana ...Olağanüstü bir şeydi. Bu keyifle güldüm,tebessüm ettim.
Neden gülmüştüm? Bana ilgi duymasından duyduğum ego tatmini yüzünden mi? Doğru ya bu kadınla çıkmayacağıma göre bu tebessümün anlamı bencilceydi.Bu manasız tebessüm belki de kadının ilgisini bitirmişti.Hem neden olmasın, bu genç kadınla tanışamaz mıydım?..İneceğim durağa yaklaşmıştım.Artık aramızdaki kitap engelini kapatıp sayılı dakikalarımı O na ayırmak arzusuyla kitabı kaldırdım.Ona ,mavi gözü şimdilik gözlüklü,kumral kadına baktım..

Ayağa kalktım .İnecektim çünkü.Kadından uzaklaşmış kapının yanında dikilivermiştim.Bir yandan da yan gözle O na bakıyordum.Sonra aniden " aa gelmiş miyim der gibi" ani bir hareketle yerinden kalktı ve kapıya yanıma geldi.Beraber inecektik otobüsten ve tahmin edemediğim akibetimiz kalbimi yerinden sökecek gibiydi.Önden ben indim arkam da O.Ben karşıya geçtim O ise geçmedi.
Hepsi bu kadar.

17 Nisan 2011 Pazar

Atalet

Tembellik yani. Tembel olduğum aşikar.Başladığım bir kitabı bile bitiremiyorum.Bazen başladığım bir işi bitiremediğim de oluyor.Başladığım bir filmi bitirebiliyorum sadece.Yalnızca filmler mi beni heyecanlandırıyor ,bilmem ki.. Yada sürdürmek.Yeni tanıştığın ve hoşlandığın birisiyle arkadaşlığını sürdüremiyorum çoğu zaman.Dostlukları da zor bela devam ettiriyorum sanki. Bitiremiyorum,sürdüremiyorum filmler dışında.. Bir işe girişmek ,onu sürdürmek ve nihai hedefte bitirmek.Ne kadar uçuk geliyor bana.Pes etme eğilimi,vazeçme temayülü normalin çok üstünde.Bu değerlerle bu bünye ne kadar sürer?Ne kadar devam eder? Sürdürebilir olması için bir projenin bana heyecan vermesi lazım. O yüzden aşık olmadan kız arkadaşım olmaz.Gizem olmadan,beynimde fırtınalar koparmayan bir kitap okunmaz.Sadece para kazanmak için bir işe girişilmez.Yüce hedefleri olmalı.Maddi yanıma değil duygularıma ,hislerime hitap etmeli. Hep böyle miydim yoksa depresyon mu geçiriyorum.Hatırladığım kadarıyla ben hep böyleydim bir kaç istisnalar dışında.Belki de hayatım hep nevrotik bir krizde geçiyordur ve bunu ilk kez otuzlu yaşımda keşfediyorumdur.Yani ben şimdi çok mu şey kaybettim,fırsat mı teptim?.Bilmem. Bu sözleri ederken kime kızıyorum acaba?Kendime mi?Çevresel şartlara mı?Kadere mi?Kadere kızmak istemem.Bunları bana yazdıran saik nedir? bir pazar günü yalnızlığı mı? Çözüyordum oysa.Yalnızken nasıl mutlu olabilir sorusunu çözüyordum.Az kaldı. İnsan hakikaten bir muamma .En başa dönersek.Tarihin başlarına .Sokrates in dediği gibi "kendini tanı" ya. O zaman ben kendimi keşfediyorum.ve bu yalnızken oluyor.kendimi tanırken hayat denen mucizevi olayı da deşiyorum.Onu da keşfediyorum.