Bugünden..

Aklı başında bir adamın sözünü etmekten en çok zevk alacağı konu nedir ,bilir misiniz?Yanıt:Yine kendisi..Öyleyse kendimden söz edeyim biraz..Dostoyevski/Yeraltından Notlar

31 Ekim 2009 Cumartesi

Blues Çalan Futbol Taraftarları


Hava aniden soğudu.

İzmir'in kış havası hiç çekilmez.Evlerin içi dışardan her daim daha soğuk olmuştur.Hastalık an meselesi.Bugün hasta uyandım,nezle diyeyim.Domuz gribine dönüşür mü diye düşünüyorum .Tahminlere göre 5000 kişi virüsü kapacak ve ciddi sorunlara yol açacakmış.Düşünüyorum ben bu 5000'in içinde miyim.Hasta olup, hayata sımsıkı tutunan TC vatandaşlarına biraz daha yaşama şansı mı versem?Çünkü 5000 öyle ya da böyle dolacak.

İstatistiklere göre her yıl şiddetli bir grip geçiriyorum.Bu sene bunun H1N1 olma ihtimali yüksek.Ben bu işi paraya dökmek istiyorum.İnternetin en ünlü bahis sitesine hasta olma ihtimali üzerimden kumar oynamak istiyorum.Bari ölürken kazanayım.

Ev soğuk.Ev kimsesiz.Soğuk ve yalnızlık duygusu ızdırap verir çoğu insana.Aslında kalabalıktı evimiz."Konuk kiracı" çiftimiz bugün yoklar,dışardalar. Siz de denemelisiniz.Yaklaşık bir aydır evimizde konuk kiracılar kalıyor,karı koca.Kirayı ben ödemeye devam ediyorum .Onlar mutfak gereksinimlerini karşılıyorlar.Dolap hiç olmadığı kadar zengin bu aralar.Meyve girmeyeli aylar olmuştu nerdeyse.Envai çeşit peynirler ,mezeler da cabası.Bu durumdan oldukça hoşnutum.Karnım doyuyor ve yeni insanlarla tanışıyorsun,akşamları,haftasonları yalnız değilsin.Pazar günleri 2 saat süren zengin menülü kahvaltılar da var.Siz de benim gibi yalnız yaşıyorsanız ve çalışıyorsanız denemelisiniz bunu.Çok parlak fikir olduğunu kabul etmelisiniz bence.

Zekamı daha işlevsel kullanıp paraya dönüştürmek istiyorum.

Ama ya o söz .Bir kitap tanıtımında gördüğüm o söz yok mu,şimdi onu düşünüyorum.

"...muhteşem zekasının güvenilir çeperleri içine saklanarak dünyayı reddetmeyi tercih etmişti."

Bu cümle bir bütün olarak ,on kelimesiyle zihnimde dolanıp duruyor.Zoom yapıyorum içine giriyorun ya da o benim içimde,bilemiyorum.

Kafam karıştı .Bu hoş olmadı işte.Zaten "adsız" isimli yorumlar canımı sıkmaya başlamıştı.

Hey arkadaşım güzel yazıyorsun ama neden adını iliştirmiyorsun ucuna?

Tüm bunlara rağmen yine de içimi feralatan ,içime huzur veren bir şey duyuyorum şimdi.Çok uzaklardan geliyor.Nijerya'dan .17 Yaş Altı Dünya Kupası müsabakaları oynanıyor şu sıralar.Ülkemizde şiddetin ve küfürün madeni sayılan futbol tribünlerde Blues esintileri geliyor.Resmen Blues yapıyorlar adamlar.Bu beni mest etti işte.

Blues melodileri altında bitiriyorum yazımı.

Ne kadar sakin.


29 Ekim 2009 Perşembe

Bunny Munro'nun Ölümü


Müzisyen,besteci,söz yazarı,senarist ve yazar Nick Cave , "Bunny Munro'nun Ölümü" diye bir roman yazdı.Bunca marifet bir adamda toplanırsa insan merak eder tabii ne yazacağını.Okudum kitabı.Sansürsüz çeviri sayesinde epey +18 bir roman olmuş.Burada +18 harici bir kaç "her eve lazım" cümleler aldım.

İlki, otuzlu yaşlarda belki hatta daha da geç hayatını irdelersin ve bir baltaya sap olamadığını fark edersin. Tony Soprano'nun dediği gibi "ne iyi bir evlat,ne iyi bir eş ne de iyi bir baba".Bu üçü birarada seni şu hale sokar işte :

"Bitkin hissetmektedir kendini.Tükenmiş ve herşeyden çok,ürkmüş.Etrafta denetleyemediği bazı güçlerin varlığına kanaat getirmiştir.Dolaylı olarak,başka birinin filminde yardımcı rolde oynadığını,diyalogların Mars dilinde ve alt yazıların Moğolca olduğu duygusunu taşımaktadır ve başrolü kimin oynadığını saptamakta fena halde zorlanmaktadır"

İkincisi,çok bireysel yaşayan günümüz tüketim toplumunun hava gibi su gibi ihtiyaç duyduğu söz:

"Ya birbirimizi seveceğiz ya da öleceğiz"


Son olarak benim gibi kız tavlamada başarısız olanlar için söylenmiş bir söz:

"Cüret etmeyen hava alır"

22 Eylül 2009 Salı

KENT


Mutsuz insanlar kentte daha iyi yaşarlar. İnsan yüz yıl yaşar kentte de,çoktan öldüğünün ,çürüdüğünün farkında olmaz.Durumu nedir,nasıldır bakmak için zamanı yoktur,hep kalabalıktır başı.İşler ,toplumsal ilişkiler,sağlık sorunları,sanat gösterileri,çocukların sağlığı,öğrenimi..Kah falancalar,filancalar konuk gelirler,falancalara filancalara gidilir,kah bir oyunu izlemek gerekir,şu ya da bu konsere gidilir..Bilindiği gibi ,kentte her zaman insanın kaçırmaması gereken bir,hatta aynı anda iki,üç ünlü sanatçı birden bulunur.Bazen doktora gitmeniz,aileden birini götürmeniz gerekir...öğretmenler,müzik öğretmenleri,mürebbiyeler...Yaşama gelince bomboştur yaşam.Öyleyce yaşayıp gidiyorduk,hem de olayın acısını daha az hissediyorduk...
Kroyçer Sonat/Lev Tolstoy

7 Eylül 2009 Pazartesi

YAPMADIĞIN ŞEYLER

(birbirlerini sevip mesaj kaygısı çekenlere bir kıyağımız olsun ;))
YAPMADIĞIN ŞEYLER
Hatırlıyor musun yeni arabanı
ödünç alıp çarpdığım günü?
Öldüreceğini sanmıştım beni, öldürmedin oysa.
Hatırlıyor musun seni zorla sahile götürdüğüm,
yağmur yağacağını söylediğinde
yağmurun yağdığı günü?
"Söylemiştim sana" demeni beklemiştim, demedin oysa.
Hatırlıyor musun kıskandırmak için seni
başka oğlanlarla oynaştığım ve
senin kıskandığın günleri?
Terkedeceğini sanmıştım beni, terk etmedin oysa.
Hatırlıyor musun çilekli pasta düşürüp
arabanın paspasını kirlettiğim günü?
Tokatlayacağını sanmıştım beni, tokatlamadın oysa.
Hatırlıyor musun dansın resmi giysili olduğunu
söylemeyi unuttuğumu ve
senin kot pantolonla geldiğin günü?
Bırakacağını sanmıştın beni, bırakmadın oysa.
Evet, yapmadığın çok şey vardı.
Ama dayandın bana, sevdin beni
ve korudun beni.
Çok şey vardı
benim de senin için yapmak istediğim,
Viet Nam'dan döndüğünde,
Dönmedin oysa.

LEO BUSCAGLIA/YAŞAMAK, SEVMEK, ÖĞRENMEK

14 Ağustos 2009 Cuma

AÇILIM DEDİĞİN ŞEY..


Devletin açılımı yetmez bireysel açılımlara girsek. İnsanlara yıllardır önemsemediği,unuttuğu değerlere/kişiler şöyle yaklaşıverse kenardan..Mesela komşusuna gidiverse bir akşam elleri dolu;"sendeyiz bu akşam ,müsaitsen ya da değilsen gerçi ne fark eder eşek değilsin herhal kapıdan geri çevirmezsin..." dese , oturmasa her akşam evde komşu,sokak,mahalle açılımı yapsa..Ev hanımları;size sesleniyorum kocanızı rahat bırakın,adamcağızı hapsetmeyiniz evde,bırakınız ,salıverin eşlerinizi açılımlara girsinler..
Açılım var açılımdan içerü..Türlü türlü,boy boy.

Ama en güzeli ,en iyisi denizde açılım. Öyle her ülkeye nasip olmayan güneşi ,denizi bul bundan istifade etme.Olacak iş mi bu? Ne o ,öyle saatlerce güneşlen ama bi gıdım denize gir .En güzel deniz açılımı şöyle yapılır:

Evvela vakiti iyi ayarlaman gerek ,5 ten sonra en ideal vakitler..Sonra kremini ,yağını sür.Güneşlen yarım saat kadar.Sonra atıver kendini denize.Mümkünse bir arkadaş bul ve kulaç atmaya başla.Arkana bakmadan yüz,yüz,yüz taaa güneşin battığı yere doğru.Zaten güneş bu ülkede hep denizden batar hani. Sonra dur denizin ortasında ,hazır kimsecikler yokken ,karada yapamadıklarını yap,bağır,çağır,şarkılar söyle ,çocukken aklında kalan oyuunlar oyna ki suda oynamak çok zevklidir.Denizin altına bak,seyret.Suyun seni nasıl üstünde tutmaya çalıştığını anla.Sonra da şöyle sahile bi bakıver,minnacık görünenlere.Onlar için üzül çünkü böyle bir zevkten mahrumlar.Neyse fazla da uzatma ,ne olur ne olmaz -bişiy de olmaz hani-gerisin geriye yüzmeye başla ve eşini dostunun yanına dön.

Bu açılılımı denemek için her açılımda olduğu gibi biraz cesarete ihtiyacın olacak yalnız..

11 Haziran 2009 Perşembe

2.Abdülhamid Dönemine Farklı Bir Bakış


Tüm baskıcı dönemlere karşıyım.Buna 2.Abdülhamid de dahildir.

Ülkemizde üzerinde mutabakat sağlanamayan meselelerden biri de Abdülhamid'in konumudur.Kimileri O'na Kızıl Sultan derken Büyük bir kısım da Ulu Hakan demektedir.Biz kavramlar arkasına sığınmadan başka bir pencereden bakalım.

Abdülhamid Han yıkılmakta olan bir ülkenin ömrünü uzattığı Türk Modernleşmesinde önemli katkısı olduğu muhakkak.Fakat uygulamış olduğu sıkı rejim maalesef Osmanlı için hiç de iyi olmayan sonuçlar doğurmuştur.En büyük felaket de İttihat ve Terakki'nin yönetime el koymasıdır.

Bir ülkede hatta bir grupta lider , baskı ile yönetmeye başlarsa orada gizli örgütlenmeler iktidara karşı duyulan intikam duygusuyla başarılı olur ve yönetimi devir aldığında geçmiş iktidarın tüm izlerini yok etmek için olanca gücüyle çalışır.Abdülhamid baskıcı döneminde gizliden gizliye teşkilatlanan İttihat ve Terakki Abdülhamid'i devirmekle kalmamış ülkede ilk askeri darbeyi yapmış (31 Mart vakası), özgürlük vaad ederek geldiği iktidarda ciddi kıyımlara yol açmıştır. Müthiş bir milliyetçilik damarıyla Türk olmayanlar üzerinde tahakküm uygulamış,ülkeyi gereksiz bir savaşa sokarak koskoca devletin un ufak olmasına neden olmuştur.

Abdülhamid Han tek adam yönetimini ve sıkı sansürü hükümdarlığının erken döneminde bırakabilseydi Osmanlı çökmeyebilirdi.Demokrasinin olduğu,özgürlüklerin geniş olan bir ülkenin sona ereceğini,yıkılıp batacağını iddia etmek zordur.

Abdülhamid Han'ı rahmetle anarak o dönemde yapılan yanlışın tekrar yapılmamasını dilerim.

31 Mayıs 2009 Pazar

VALKYRIE filmi üzerine*


Bu filmi estetik kaygısı olmadan senaryo üzerinden yorumlayacağım,sadece. Umarım izlemişssinizdir bu filmi.
Malum Hitler'e 30-40 tane suikast planlanmış ,bunların kimisi gerçekleşmiş kimisi akim kalmış.Bunlardan en etkilisini de kendi ordusunda albay olan Stauffenberg gerçekleştirmiş,film de bu konu üzerinde cereyan eden gerçek hayattan alıntı bir film.Stauffenberg başarılı bir askerdir,cephede kahramanca mücadele etmektedir.Katıldığı son çarpışmada bir gözünü ve elini kaybetmiştir.Hitler'den tebrik almıştır.Fakat Stauffenberg(Tom Cruise canlandırıyor) savaşın gidişatı hakkında çok farklı düşünmeye başlamıştır,Hitler'in yanlış yaptığını,bütün insanlığa karşı bir suç işlediğine kanaat getirmiş,Hitler'i devirmek için planlar yapmaya başlamıştır.Bunun kendisinden büyük ve küçük rütbelilerin yanında sivillerden de bir kaç isimle bir ekip kurmuş darbe için kafa yormaya başlamışlardır.Suikastın nasıl olacağı ,orduyu nasıl ele geçirileceği,kimin başbakan olacağı kararlaştırılmaya çalışılmıştır.Suikast gerçekleşmiştir fakat Hitler büyük bir şans eseri kurtulmuş ,Stauffenberg ve arkadaşları kurşuna dizilmişlerdir.
Bu filmden çıkardığım sonuçlar:
1) Stauffenberg'e baştan sona helal olsun. Ölümü göze alarak böyle bir işe giriştiği için. Cesareti,onuru için.
2) Stauffenberg'in çıkış noktası "bu adam (Hitler) bir insanlık suçu işliyor ve bize (Almanlara) yakışmıyor"du. Oysa bu ,çokları için ölüm için sebep sayılmaz bizim ülkemizde (Türkiye'de).Değil ölüm sebebi ;meslekten istifa nedeni,sokağa çıkma nedeni ,bir şikayet maili yazma nedeni bile sayılmaz.
3) Gelelim Stauffenberg'n karısına. Adamımız eşini ve dört çocuğunu güvenli bir yere gönderirken hanımıyla helalleşiyor ve diyor ki"Nina,bu işin sonunda dönmemek de var". "Biliyorum" diyor sadece.Bu ne sadakat ,bu ne metanet.Helal olsun O eş'e..Analar ne yiğitler doğuruyor.Bizim ülkemize dönersek .... dönmeyelim isterseniz,dönmeyelim..Subay eşi deyince aklıma torpille merkezi bir okulda çok az derse giren öğretmen ya da kuaför kuaför gezen ev hanımları aklıma geliyor.Tabii bunu subay eşleriyle sınırlı tutmaz tüm topluma yayar isek ortaya çok korkunç tablolar çıkar.
4) Film bitince dedim bir Alman konsolusluğuna gidip iltica mı etsem? Bu ne yüksek seciyeli millet.Demek ki biz millet olarak bazı olguları yanlış biliyoruz. Bu adamlar gavurdur deyip küçümsedik oysa tahkir edilmesi gereken bir şey varsa o da bizim perişan halimizdir.Azizim bu milletin ayarı kaçmış.Onur,şeref ,haysiyet,erdem..bu gibi kavramar unutulmuş..Eziklik,sünepelik,yalakalık revaç olmuş.Değerler alt üst olmuş,ruhlar derbeder..Ortalıkta skandallar bitmek bilmiyor,göz göre göre ülkeyi soyuyorlar,dinle diyanetle dalga geçiyorlar,darbe planlıyorlar,topraktan mühimmat fışkırıyor,masum insanları öldürüyorlar,kimse de çıkıp bir şey demiyor.Çıkanı da ürkütüyorlar,kaçırtıyorlar,meslekten men ediyorlar.Bir Stauffenberg çıkmıyor bu topraklarda.
5) Avrupalılar müslüman olmadan bu yüksek karakterlere sahip olurken biz tüm Doğu toplumları müslümanken ne eziklikler yaşıyoruz.Peygamber kalksa gelse O'na bile kusur bulur bu millet.Biz tüm asya milletleri şuna inandım ki ;biz hakkaten ikinci sınıf milletiz.:"yağmacı,köşe dönmeci,kurnaz,ilkesiz... ve din de olmasaymış Yecüc Mecüc gibi dünyayı talan ediyorduk. Yazık ki bu hallere düştük.Sahiden ; BÜTÜN BUNLAR BİZE NEDEN OLDU?"


*: Bu yazı www.ustumevazife.blogspot.com dan alınmıştır.

23 Nisan 2009 Perşembe

GÜNEŞİ GÖRDÜM'Ü GÖRDÜM


Türkücüden yönetmen olur mu demeyin,bal gibi oluyormuş.Mahsun Kırmızıgül de herhalde kendisinin beklemediği ölçüde bu işten anladığını fark etti,durmadan film çekiyor.İkinci filmini izledim,eğrisiyle doğrusuyla konuşalım ,şimdi..

Kürt sorununa farklı bir açıdan,her iki gücün ortasından ya da bölgedeki masum halkın gözünden bakıyor.Verdiği mesaj gayet cesurca ,her iki tarafın hatalarını gözler önüne seriyor.

Gelelim teknik yorum kısmına;fotografik çekimler olduğu bir vaka,enfes sahneler,manzaralar göz kamaştırıyor.Bunlar artıları.Yalnız, film belgesel tarzında.Sahneler arası geçiş çok fazla,mekan ,olay geçişleri had safhada.Geçen "Hunger" ı izledim karşılıkllı diyalog sahnesi 17 dk sürdü,hem de kesintisiz.Bir sorun etrafında onca konu anlatmak film tadını acılaştırıyor.Bir hikaye değil bize anlatılan.bir çok hikaye,32.Gün tarzı bir şey çıkmış ortaya.O kadar konunun içinde "eşcinsel" muhabbetini koymaları absürd kaçmış.Ülkemizde bu mesele konu bile edilmemişken Kürt meselesi bağlamında ele alınması filmin inandırıcığılını zayıflatmış.

Unutmadan;Mahsun'un yeni doğan çocuğunu güneşe göstermesi ,onunla konuşması adeta tanrı yerine koyması bölgede mecusiliğin revaçta olduğunu söylüyor sanki.

Sadede gelirsek film çok , gereksiz ve zayıf hikayeli fakat güzel manzaraları ,çekimleri ve cesur anlatımıyla arzı endam ediyor..

20 Nisan 2009 Pazartesi

ELİF ŞAFAK'IN AŞK'I


İlk önce pazar günkü Taraf gazetesinde Hıdır Geviş'ın aşk üzerine düşencesini okuyun:

Aşk nedense insanlar tarafından son derece masum ama bir o kadar da açıklanması zor, komplike bir duygu yoğunluğu olarak algılanmak isteniyor. Oysa aşk, insanların finansal güvence, mevcut sosyal çevreden kurtuluş ve seksüel ihtiyaçlarını karşılayacakları basit bir anahtardan başka bir şey değil."

Sonra da Elif Şafak'ın ,baştan sona aşk üzerine kurgulanan hakikatin kendisi (sayfa 231) olduğunu söylediği Doğan Yayınlarından çıkan AŞK' ı okuyun .Hangisi doğru söylüyor?

Ben aşka inanmam demiyorum fakat aşkın salt faydalı bir his olmadığını iddia ediyorum ,artıları ve eksileriyle tartıldığında aşkın insan beynini yoran bir amel olduğunu da rahatlıkla söyleyebilirim.

Diyebilirsin ki Geviş'ın bahsettiği mecazi aşk Şafak'in bahsettiği ilahi aşk.Sana yanılıyorsun diyebilirim.Geviş evet mecazi aşktan yani beşeri aşktan bahsediyor peki ya Şafak?Elif Şafak ilahi aşkla mecazi aşkı mecz etmeye çalışıyor fakat başarılı olamıyor.Ya da şöyle demek daha evladır.Şemsi Tabrizi'nin aşk anlayışı nerede günümüz dünyasında yaşayan "çakma" Şems A.Z.Zahara'nınki nerede? Şemsin herkesi kucaklayan ,kötü yola düşenlere sahip çıkması nerede,yuva yıkan Zahara nerede? Zahara ve O'nun internetten sevgilisi Ella Mevlana'yı da ,Şems'i de yanlış anlamışlar.Tamam ,modern toplum ruhsal açlık içerisinde ve bu toplumu aşkla beslemek gerek.Bunun için doğu'nun mistizmi ilaç gibi geldiğini de biliyorum.Fakat o devire günümüz bakış açısıyla bakarsak yine tensel bir aşka gömülmüş oluruz. Romandaki en büyük itirazım bu işte.3 çocuklu sevgisiz ortamda büyüyen,evlenen Ella'ya yazar, aşkı yanlış tarif ediyor. Ella ne yapmalıydı? Ella ,okuduğu kitapta aldığı sinerjiyle veya elektrikle sevginin azaldığı ailesine sevgi pompalamalıydı.Yapıcı olmalıydı.Kocasını büyük kızını kazanmalıydı.Oysa Ella okuduğu kitabın yazarına aşık olacak ailesini geride bırakıp bir adam peşine yola çıkıp uzak diyarlara gidecek.Olacak iş mi? Bunun neresinde fedakarlık,neresinde nefsine rağmen bir hareket var? Ella aslında nefsinin peşine koşan ,gururunun okşanmasından hoşlanan bir asistandan öteye gidemedi.Zahara'yı sormayın zaten O da Şems görünmlü Baybars .Kısaca Şems'in "aşk"ının bu zamana gelindiğinde bir hayli deforme olduğunu söyleyebiliriz.

Romana bir kaç itirazım daha olacak ;bunlardan bir tanesi ahireti es geçip cennet cehennemi nerdeyse dünyada varsayması.Büyük bir yanılgı.Diğeri ise Fas'ta bir mevlevihane olduğunu tahmin etmiyorum,ya da neden Türkiye'de değil.Ayrıca "Türkiye" yerine Anadolu kullanıldığını da belirteyim.Başkası; Şems'in ölümü geçiştirilmiş sanki,güçlü değil o anlatım,daha etkileyici olabilirdi.Son ; Konya'da ki hastahane çalışanlarını bıyık ve başörtüyle tarif etmek ilginç geldi bana,tuhaf.Mesaj mı vermek istiyor ,anlamadım.

Sadede gelirsek "aşk" ın ne kadar netameli bir konu olduğunu bir kez daha anlamış olduk.Aşk sahici olmadığı için içinde çok tezatlar yakalayabiliriz.Muradın Allah aşık olmak ise bu yollardan geçmeni tavsiye etmem.Tehlikelidir zira

Hıdır Geviş'le başladık onunla bitirelim o zaman;"....aşk her zaman maneviyat dünyasına ait bir bilinmezler yumağı olarak kalıyor, diğer duygulara kıyasla daha asil, hatta nerdeyse Tanrı katından inmiş ilahi ve saygıdeğer, bir duygu çeşidi olarak anlaşılıyor. Sonra da özellikle edebiyatçıların elinde, üzeri karartılan manüpülatif bir kavram olup çıkıyor"

17 Nisan 2009 Cuma

Hayatından Umudunu Yitirmiş Adam



Yaşadığı kentte 3 gündür elektrik yoktu.O ise buna hiç aldırmıyordu.Karanlığı seven yapısı vardı.Karanlıkta saatlerce oturabilirdi.Kafasından bir sürü şey geçiriyordu.Ama son zamanlarda düşünecek bir şeyi kalmamıştı.Ona düşünmekten zevk aldığı ,veyahut heyecan duyacağı meseleler ne kadar da azalmıştı. O yüzden karanlıkta kalmak da Ona çok da keyif vermemeye başladı. Evindeki kablolu ve internete ne kadr da muhtaçtı şimdi.Neden kendine bir jeneratör almamıştı? Pişmanlıklarla dolu hayatında bir bu eksikti.Oysa adamlar bas bağırıyordu;enerji darboğazından bahsediyorlardı.
Düşünecek hiç bir şey kalmadı.Hayatındaki müthiş belirsizlik Onun elini ayağını bağlamıştı.Hayatının tüm gidişatını meçhule bırakmıştı.Nerde ne olacağını kendisi bilmiyordu.Ne zaman evleneceği,kaç çocuk yapması gerektiği veyahut hangi işte ne kadar kalacağı ,maaşının ne kadar olacağından öngörüsü yoktu,öngörüden öte bir tahmini bile yoktu.
Başaramamıştı.Hayat projesinde sınıfta kalmıştı.Bir kez daha şans verilse hani uğraşırdı belki.Ama kimseye ikinci şans vermemişlerdi,ikinci bir hayat şansı. Onun için ikinci bahar da hayat gibi imkansızdı.İkinci bahar bir şarkı sözü olabilirdi en fazla.Öyle de olacak gibi.Bu umutsuzuk onu karanlık dehlizlere itiyordu gün,gün..Ümitsizlik bataklığına gömülmüştü.Işık göremiyordu.
Kurtuluş yoktu.İçine düştüğü bu bataklıktan kurtulması neredeyse imkansızdı.Kurtulmak için en ufak bir teşebbüsü bile yoktu.Hayata dair müthiş bir hayalkırıklığı vardı geriye kalan,Bu içten içe kendini kemiriyordu ve geleceği ait tüm beklentileri yok ediyor ya da karamsarlığa ,hiçliğe atıyordu.Vücudu Ona yalnızca günlük beşeri ihtiyaçlarını bahşediyordu.Bir gün geldi şöyle düşündü:"vücudum bana engel oluyor"

4 Nisan 2009 Cumartesi

Otuzlu yaşlardaki Werther'in Acıları


Genç Werther asırlar önce acılar çekmiş ama şimdi gelse bu zamanda kurulsa bu yeni dünya düzenine ,facebook hesabı açsa ,sevdiği kıza bin bir türlü yollarda sırnaşsa acı çeker miydi acep? Zavallı Werther sevdiğine teknolojik imkan darlığından kavuşamadı belki de? Ya ben , ya biz?

Herşey var elimizin altında,internet,telefon,her nevi kitle iletişim araçları.Eee ne duruyorsun kuzum olayı zorlaştırma,acı çekme boş yere..

Acı bir değil ki efendim,onlarca..Bir aşk acısı olsa neyse geçim derdi sancısı, yozlaşma acısı,kuyruk acısı (otobüs,fatura,maaş,araç muayene vb) ,Ergenekon acısı,göçebe hayat acısı..Katlanarak büyüyor.Hepsine alt başlık açacak değilim elbet.

Benim derdim başka :anlaşılmıyorum.Bunu nerden mi anlıyorum tabii ki yapılmayan yorumlardan.Düşünüyorum da yanlış yerde doğmuşum ,benim en az 0-15 meridyenleri 25 -40 parallerinde yaşamam gerekirdi,yani Batı avrupa.Duydum orada okumuş adamlara değer veriyorlar,sanatı,kitabı ,doğayı,insanı önemsiyorlar.Bu topraklarda ise asla.Evvela insana değer yok.Üç büyüklerin bomba transferi isen havaalanında ayinsel bir törenle karşılanıyorsun en çok. O da formda olduğun sürece yoksa en ufak bir sürçmede tukaka edilirsin hemen.

Aklıma gelmişken söyliyeyim bu milletin sevgisine mazhar olmuş ve sınırsız krediye sahip insanlar da mevcut.Cem Yılmaz örneği.Adam bir sahne almaya başladı,bir güldürdü milleti ,yetti herkese.Şimdi adam espri konusunda tıkanma yaşasa da varlığı yeter, Onu görünce hemen bir gülümse var yüzlerde.Böyle de bir durum var hani.Bu topraklarda madem bir tane Cem Yılmaz var geri kalan 70 milyon küsur adam kendini nasıl sevgisiz hissetmesin,nasıl?Zaten sevgimizi gösterme de çok cimriyiz,küçümseme ,kıskanma,açık yakalamada fırsat kaçırmıyoruz.

Neyse konu değişti epey.Acıdan bahsediyoruk.Yurdumda boy boy çeşit çeşit isteğe göre her bedene giden acılar mevcut,bitmez de bu hazine.Kendim ise otuzlu yaşların hemen başında acıyla tanıştım.Kendimi yakından tanıdım acım daha da depreşti.Yıllardır talim yaptığım konunun dışına çıktım ezberim bozuldu,sonra Necip Fazıl gibi dedim;

"Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum,

Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum"

Yaaa ,hayat öyle menem bir şey..


29 Mart 2009 Pazar

STANDARDI OLMAYAN ÜLKE


Ülkemiz ne kadar talihsiz kazalar geçiriyor böyle ardı ardına.Bir uçak kazasının şokunu atlatamadan bir başka helikopter kazası bizi buluyor.O helikopter ki ülkemizi gerçek manada seven insanları taşıyan Anadolu'nun Evlatlarını taşıyan ,helikopter. Siyası lider ,80 darbesi mağduru ,dürüst namuslu adam Muhsin Yazcıoğlu'nu ve yanındakileri bu elim kazada ahirete yolcu ettik.Ülkenin her kesimi bu acı üzerine kebetlendi,üzüldü.(Ne acı ki yalnızca böyle elim olaylarda ortak hareket ediyoruz)

Kaza demek mi lazım yoksa ihmaller silsilesi bilmiyorum.Olaydan sonra yaşananlar nasıl bir ülkede yaşadığımızı ,üleknin belli bir standardının olmadığını ,arama kurtarma gibi faaliyetlerin bizlere ne kadar yabancı olduğunu idrak ettirdi.

Düşünebiliyormusunuz,düşen helikopterde bulunan gazeteci ismail Güneş kazadan sonra ,yaralı bir vaziyette 112 'yi arıyor 19 dk yetkili ile konuşuyor ve yeri tesbit edilemiyor.Telefonun şarzı bitiyor .Telefondaki tetkili bayan benim söyleyeceklerimden daha fazla bir şey söylemiyor gazeteciye,tıbbi olarak yardımcı olmuyor.Bu yetkili 112 de çalışıyor,santal memuru değil.

Bir köylü helikopterin düştüğünü televizyondan öğrenince polisi arıyor ve helikopterin yanlış yerde arandığı 5 dk önce köyün üzerinden uçtuğunu anlatmaya çalışıyor ama halkını göbeğini kaşıyan diye tanımlayan kökleşmiş zihniyet enkazı 48 saat yanlış yerde arıyor.Sözünü dinletemediği köylü ise muhtar organizatörlüğünde 18 kişilik bir ekip kuruyor ve enkazı buluyor.

Kazadan hemen sonra hiç de alakası olmayan Kayseri Valisi helikopterin düştüğünü ve içindekilerin yaralı olarak Kayseri'de bir hastaneye kaldırıldığını haber veriyor ve böylece arama kurtarma faaliyetleri ihmal ediliyor.Burada da boşboğazlığı görüyoruz en alasından..

Marmara depremi olduğunda görmüştük bu filmi.Devlet tüm kurumlarıyla enkaz altında kalmış idi.Vatandaşın Hakkari'den gönderdiği yardım kamyonu devletin Ankara'dan gönderdiğinden daha çabuk varıyordu bölgeye.Devletin işeyişi,bürokrasi çok yavaş bir de bunu üstüne görevini savsaklayan memurlar olunca bu çağda bu zamanda basbayağı İLKELLİK yaşıyoruz.Bir önceki yazıda anlattım ,uçak nasıl düştü diye,değişen bir şey yok,musibet de kar etmiyor..Topyekün değişim lazım,kafalar değişmesi lazım,göçebe kültüründen şehir kültürüne atlamamız lazım,meydanı Beyaz' lara bırakmamamak lazım..

28 Şubat 2009 Cumartesi

Profesyonellik



Türkiye’nin uluslararası arenada tek markası olan Türk Havayolları (Turkish Airlines) na ait bir uçak Hollanda sınırları içerisinde düştü. Ölenlere Allah’tan rahmet ,ailelerine başsağlığı diliyorum.
Bu tür kazalar ülkemizde maalesef oldukça yaygın ,eğer tedbir alınmazsa daha çok üzüleceğimize benziyor. Her gün trafiğe ortalama 6-7 kişi kurban veren halkımızın bu olaylar karşısında tedbir almaktan ziyade olayların magazin tarafına ilgi duyması kazaların sayılarını arttırıyor. Bir ana haber bülteninde bir haber 30 dakika sürüyor ama tedbir mahiyetinde hiçbir şey anlatılmıyorsa bu çok esef verici bir durumdur.Kaygılanmamak elde değil.Ne zaman doğru şeyleri konuşacağız?
Bu olaydan sonra başka bir hastalığımız hemen nüksetti. Hatayı başkasında aramak.Şu an itibariyle daha hiçbir teknik analiz yapmadan bile necip Türk Medyası suçluyu buldu:Havaalanı kulesi.Bu uzak görüşlülüğü(!) takdir etmemek elde değil.Kendimiz hakikaten sütten düşmüş ak kaşık mıdır?
Toplum olarak en büyük hastalığımızdan biri hemen hemen hiçbir konuda profesyonel olamamızdır.Araba kullanmaktan,futbol oynamaya ,sanat icra etmekten uçak uçurmaya kadar geniş bir yelpazede ustalıkla davranamıyoruz,işi kitabına göre değil kendi kafamıza göre yapıyoruz. Düşen uçağın kaptan pilotunun her ne kadar tecrübeli olursa olsun stajer pilota “hadi oğlum,indir bakalım şu aleti” demesi bana tuhaf gelmez.Bizde tecrübeli olmak profesyonelce davranmak manasına gelmez.En bariz örnek olarak, onca tecrübeye rağmen Fatih Terim’in Türkiye-İsviçre maçında göstermiş olduğu tavırdır.Şimdiki siyaset söylemi ,magazin dünyası,bürokrasi,eğitim vb konularda bu virüsü gözlememiz mümkündür.
Temennim , bu elim kazadan sonra aklımızı başımıza alıp adam akıllı iş yapmaktır.

15 Şubat 2009 Pazar

ONE MINUTE


Tüm haksızlıklara karşı "one minute" diyebiliyor muyuz? Bağıra bağıra ,üşenmeden,çekinmeden işte şu sayacağım meselelere karşı "one minute" diyelim:

*Ergenekon davasını sulandırmaya çalışan ve bunu kısmen başaran necip Türk medyasına, koca koca adamlara "ONE MINUTE!"

*Ergenekon davasını AKP-CHP savaşına dönüştürenlere "ONE MINUTE!"

*Futbol başarısı ve bilgisi sınırlı olmasına rağmen Türkiye'nin adını uluslararası çevrede "saldırgan" a çıkartan,türlü türlü taktiklerle maaşına zam üstüne zam yaptırtan Fatih Terim'e "ONE MINUTE!"

*TRT nin 40 yıllık ömründe yaptığı en hayırlı iş olan "TRT 6" ya karşı çıkanlara "ONE MINUTE!"

*Seçim öncesi yardım dağıtan tüm partilere "ONE MINUTE!"

*Gata'yı "tahliye kapısı"na çevirenlere "ONE MINUTE!"

*Kendisini MHK'den ,Futbol Federasyonundan büyük gören futbol takımlarına "ONE MINUTE!"

*Genç kızları kısa zamanda meşhurlaştırıp,teşhir ettirip sonra da yüzü eskidiğin de harcayan popüler kültüre "ONE MINUTE!"

*Tüm kadın programlarına ,yemek programlarına ,evlilik programlarına ,var mısın yok musun'lara"ONE MINUTE!"

*Orhan Pamuk'la teröristbaşını bir tutanlara "ONE MINUTE!"

*Baklava çalan çocuklara ömür boyu hapisler veren devleti soyup soğana çeviren büyüklere tek haneli rakamlarla ifade edilen senelerle ceza verenlere "ONE MINUTE!"

*Tüm faşist,şöven ,milliyetçi,ırkçı söylemlere "ONE MINUTE!"

*KKTC'de çözümsüzlüğü çözüm gören tüm yerli ve yabancı devlet adamlarına "ONE MINUTE!"

*Türkiye'nin nadir bakir doğal zenginliği olan Rize'de HES ler kurup çevre katliamı yapma niyyetinde olan tüm müteahhitlere "ONE MINUTE!"

*Demiryolunun daha ucuz ,daha hızlı, daha güvenli olarak bilinmesine rağmen ısrarla karayolu=benzin lobisine baş eğen tüm hükümetlere "ONE MINUTE!"

*ve Gazze'de yapılan katliama sesini çıkarmayan dünyanın jandarması ABD ve AB'ye "ONE MINUTE"

..... ve tabii eklenecek bir sürü "haksızlık" olduğundan şüphem yok ,maalesef..

7 Şubat 2009 Cumartesi

Mesut'un Tercihi


Gurbetçi futbolcu Mesut Özil Alman Milli Takımını seçti ve Türkiye'de tartışmalar başladı.Konu vatan olunca gerisi teferruattır kaidesince bu gibi eylemler ülkemizde pek hoş karşılanmaz,insanın "vatan haini" damgasını yemesi işten bile değildir.Bana sorarsanız iyi de yaptı,Mesut.Amaç Türkiye'nın ya da Türk'ün adını duyurmaksa çok iyi bir tercih .Bizim milli takımda inanın kadro bile bulamaz,hala nerde oynadığı belli olmayan Kazım Kazım'ın milli takıma çağrıldığı bir ortamda Mesut'un bence hiç şansı yok.Üstelik mevcut yönetim gurbetçileri kendine küstürmüştür,bakınız Altıntop Kardeşler ve Yıldıray Baştürk vakalarına.

Mesut'un yerinde olsam asla bir Türk futbol takımında da oynamam.Hatta mümkünse kamp için de Antalya'ya falan gitmem.Bu ülkeye ayak basar basmaz bir futbolcunun tüm profosyonelliği tehlikeye girer.Futlbolu değil futboldışı hayatı konuşulur bkz Arda'nın son fotoğrafları..

Kendisinin çok doğru bir tercih yaptığını tekrar hatıratarak,darısı diğer gurbetçilerimizin başına temennilerimi iletiyorum,buradan..

31 Ocak 2009 Cumartesi

Benjamin Button'ın tuhaf hikayesi


Hem o kadar yakışıklı hem de o kadar kabiliyetli.Kimden bahsediyoruz,tabii ki Brad Pitt'ten.Her rolün hakkını veriyor büyük bir ustalıkla.Benjamin Button'un tuhaf hikayesinde de gene muhteşem oyunculuğunu konuşturuyor.Filmde sadece Brad Pitt öne çıkmıyor tabii ki. İlk öncelikle senaryosu çok ilginç.Film kalite kokuyor her sahnesinde çünkü kameranın arkasında David Fincher var.

1918 yılında Amerikan başkanının da hazır bulunduğu bir açılış töreninde saatçi ustası Bay Cake kendi yaptığı saatini hizmete sunar.Fakat o da ne?Saat geriye doğru gidiyor?Sebebini de açıklıyor .Savaşta biricik oğlunu kaybetmiştir ve zamanı geriye getirmek için saati öylece yapmıştır.Tam o saatte şehirde bir bebek dünyaya gelir.Doğum anında annesi ölen bebek çok yaşlı doğmuştur ve çok ilginç bir şekilde yıllar geçtikçe gençleşmektedir.Neyse daha fazla anlatmayayım zaten hepsini anlatamam çünkü 2 saat 43 dakika sürüyor.Bir de bu seneryo ya aşk da eklediğinizde müthiş bir film ortaya çıkıyor.

Zaman kavramını çok iyi analiz ediyor film.Benjamin'in gençleşirken ölüme yaklaşması.Daisy rolündeki Cate Blanchett'le hakkaten tuhaf ilişkisi.Birinin gençleşirken diğerinin ihtiyarlaması.Benjamin'in yaklaşan sonunu kafalara vura vura izlettiriyor.

Diyeceğim şu dur ki,film gelince gidin hemen.13 dalda Oscar adaylığı olduğunu da ekleyeyim.

Reklamlar üzerine

*Cem Yılmaz ve türk telekom reklamı Galiba Cem Yılmaz'ın ilgili kuruluşla 2 haftada bir yeni bir reklam yapılmasına dair bir kontratı var ki bu kadar sık espri bulmak sanatçıyı zor durumda bırakıyor. "nazar etme ne olur çalış seninde olur" reklamı ne kadar basit kaldı,fark ettiyseniz.Yılmaz'ın klasına yakışmayacak ölçüde kötü,taa ortaokul sıralarında yapılan espri türü.İnişte galiba.
*Akbank ve hareketli adamlar Hiç bir banka reklamından haz almadım zaten.Dakikalarca ve sık sık yayınlananlar özellikle.Akbank'ın bir klasik haline insan yapımı görsel şovlar artık baydı.Yeni bir şeyler bulmaları gerekir.

30 Ocak 2009 Cuma

HASTA


Obama "kimsesizlerin kimsesi" olurken beni de unutmaz inşallah.Çünkü sendrom üstüne sendrom yaşadığım şu orta yaş çıkmazında bir de hastalık ekleniverdi.Hastalık ama ne hastalık.Grip ama ne grip.Yüksek ateş,öksürük.burun akıntısı , halsizlik,başağrısı..Ne üçü ,beşi altısı bir arada.O kadar berbat bir halim var ki mezardan dedem çıksa daha dinç gözükür.

Uzun zamandır bir hayalim vardı ;eskiden kalma daha çok şimdilerde sit alanı ilan edilen taş evlerde hayat inşa etmek.Bu yarıyıl tatilinde bu hayalim gerçekleşti bir parça.Kalmaya başladım bu tarihi yapılardan birisinde.Ama o da ne ? Bir kere O taş yapılar dışardan göründüğü gibi değil. Hastalığa pek müsait.Ben de oluverdim. Özellikle bir gece sabahı bulamam diye düşündüm.Allaha şükür,halan ayaktayım.

Çok yazamayacağım ama şunu söyliyeyim,aman efendim bu kış günü oturun oturduğunuz yerde,sıcak döşeğinizde,gitmeyin bilmediğiniz yerlere..Hadi sağlıcakla kalın.

11 Ocak 2009 Pazar

Neden Evlilik?


İnsan ne için evlenmeli? aşık olduğu kişiyle her zaman beraber olmak için mi? yada fizyolojik ihtiyaçlarını karşılamak için mi? yada bir aile kurmak için mi..konuşalım üzerinde..


aşk: tek kelime ile saman alevi.. 1 andan en fazla 3 yıla kadar süren olağan dışı bir durum..bir akıl tutulması..esaret zamanı.."içerde " yatılan günler..bencil,egoist zamanlar.. içinde çokça kıskançlık,karşılık beklenilen paranoyak günler.. sonunda hüsranın olduğu bir ayrılığın mukadder olduğu aniden unutulup aslında ara ara hatırlanıp bazen özlem çoğu zaman da vicdan azaplarıyla hatırlanan aşk için evlenilir mi sizce? Hem ne demiş şair ve müzisyen Leo Ferre :


"Zamanla..


Zamanla siliniyor her şey


İnsan kendini topallayan bir at gibi ihtiyar hissediyor


Ölüm atağında buz kesmiş gibi


Sanki bir başına kalmış ama gamsız


ve kaybolan yıllar tarafından kandırılmış


ve gerçekten...zaman geçtikçe...artık kimseyi sevemez hale geliyoruz"


fizyolojik gereksinimler: biliyormusun,dokunana kadar herşey güzeldir,dokunduğun an kaybetmeye başlarsın, aşk bile sönmeye başlar..ilişki başka bir raya oturur.. çok kısa süren bir zevk insanın koca ,karmaşık hayatını yönlendirir mi sence? asla..


aile kurmak: doğru cevap bu sanki..neslin devamı için evlenilir . hayatın döngüsü için..çocuk yapmak ,büyütmek ,beslemek ve O nun da aile kurmasına yardımcı olmak için.. bu görevini yaptığında sana ödüller verilir..yalnızlıktan seni alıkoyan bir hayat arkadaşın olur, dertlerini,sevinçlerini paylaştığın bir sırdaş..fiziksel olarak seni daha iyi hale getirir.. sevme ,sevilme,korunma duygularını karşılar..vs vs..


oysa şimdi öyle mi..evlilik kurumuna ne kadar da yanlış değer atfediliyor..evlilik bunu kaldıramıyor ve sonucunda boşanmalar hızla artıyor.. evlilik kurumu içindeki kadın kendisine olmaması gereken roller üstleniyor bunun karşısında erkek merhametsizleşiyor ,eşine duyacağı şefkati yitiriyor ve aileler yıkılıyor,hayatlar alt üst oluyor..ömür boyu sürecek travmalar geride kalıyor .Toplum zedeleniyor,değer yargısı ilkelleşiyor,bencilleşiyor,kuvvetli bir güvensizlik duygusu herkesi sarıp sarmalıyor.Mutsuzluk hakim oluyor, yaşamak duygusu ,canlı kalma dürtüsü anlam yitiriyor son'a yaklaşılıyor..


gençler.. duygularının esiri gençler....en laf dinlemez çağınızda hayatınızı ipotek altına alacak yanlışlar yapmayın.. başka'sını dinleyin,mantığınızı çalıştırın,sebep sonuç ilişkisi kurun ve mutlu olun..